CUMA SOHBETLERİ [*]

M. Esad ERKAYA

Cuma Sohbetleri, M. Esad Coşan’ın (1938-2001), Ak-Radyo’da cuma günleri yapmış olduğu hadis sohbetleridir. Bu sohbetler, 31 Mart 1993’te başlayıp, vefatından önceki son cuma günü olan, 2 Şubat 2001’e kadar devam etmiştir. Sekiz yıl içerisinde toplam 313 adet sohbet yapılmıştır. Sohbetler daha sonra yazıya geçirilip tarih sırasına göre düzenlenerek, Hazineden Pırıltılar adı altında, 550’şer sayfalık büyük boy 9 cilt kitap haline getirilmiştir. Cuma Sohbetleri, 2003 yılında kitap haline getirilmiş olmasına rağmen henüz yayınlanmamıştır.

a. Sohbetlerin Yeri, Zamanı ve Süresi

Cuma Sohbetleri, Ak-Radyo’da cuma günü sabah 10:15’de ve tekrarı akşam 21:00’da yayınlanmaktaydı. Coşan’ın çoğunlukla seyahatte olması nedeniyle Ak-Radyo stüdyolarına uzak yerlerde yapılmakta, bunun için de perşembe akşamı veya cuma sabahı telefonla kaydedilmekteydi.

Coşan, genellikle sohbetin başında, bulunduğu yerlerden bahseder, böylelikle dinleyicilerin dünyanın çeşitli yerleri hakkında bilgi edinmelerini sağlar, âdetâ onlara dünya seyahati yaptırırdı.

Bir sohbetine, “Size Avustralya’nın Melbourne şehrinden hitab ediyorum. Tabii burada sizden dokuz saat ilerdeyiz, cuma namazını kıldık. Size cumadan sonra, ikindi vaktinde hitab ediyorum. Ama siz henüz daha cumayı yapmadınız bile...”[1] şeklinde başlayan Coşan, başka bir sohbetinde; “Size orta Avustralya’dan, yâni biraz kıyılardan içerde Venmark denilen bir meyvacılık, sebzecilik şehrinden telefon ediyorum.”[2] diye bulunduğu yeri belirtmiştir.

Yine bir sohbetinde bulunduğu yeri şöyle tasvir etmektedir: “Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Size bu sefer, dünyanın en güzel şehri olan Mekke-i Mükerreme’den, en mukaddes mahalden telefon ediyorum. Biraz gözünüzü, gönlünüzü şenlendirmek için açıklama yapayım: Harem-i Şerif’e, yâni Mescid-i Haram’a, yâni Kâbe’nin ortasında bulunduğu, o mübarek Mekke’nin mescidine yukarıdan, pencereden bakıyoruz. Kâbe-i Müşerrefe ortasında bir inci gibi duruyor ve karşı tarafında muhteşem dağlar, en arkalarında Hıra Dağı çok haşmetli olarak o kadar güzel görünüyor ki...”[3]

Diğer bir sohbetinde de: “Size çok güzel bir yerden konuşmamı yapıyorum. Karşımda altın renginde efsânevî, masal diyarlarındaki gibi kubbeli binalar var. Brunei’den konuşuyorum. Brunei’ye hac yolculuğunda bir duraklama yeri olarak uğradık. Ama Türkiye’den gelen kardeşlerle de buluşmuştuk; güzel bir İslâm ülkesini ziyaret olmuş oldu. Bakıyorum hep, insanlar çarşıda pazarda, işyerlerinde, hattâ demin bankaya gitmemiz gerekti, bankada başörtülü... Çok ilginç geliyor bize, çok da tatlı ve sevimli oluyor. Bizde de imam-hatip okullarında bile uygulamalar buradan farklı...”[4]

Dünyanın muhtelif yerlerine seyahatlerde bulunan Coşan, bir sohbetinde, çok seyahat ettiğini, nükteli bir şekilde şu fıkrayla açıklamıştır:

“Nasreddin Hoca’ya hanımını şikâyet etmişler, demişler ki:
‘—Hanımına bir şey söyle, çok geziyor Hocaefendi!’
‘—Yok...’ demiş. ‘Hanımın günahını almayın. O kadar çok gezmiyor. Gezseydi arada bizim eve de uğrardı.’ demiş. Bana da, böyle arada İstanbul’da konuşmak nasib oluyor İstanbullu olduğum halde. O duruma benzedi durumum.”
[5]

Sohbetler, genelde 40 – 50 dakika civarında olurdu. Bazen hadislerin izahı uzun sürer ve sohbetin süresi bir saate kadar uzardı. Sohbetlerin sürelerini, sohbetin yapıldığı ortam, Coşan’ın sağlık durumu, zamanın darlığı gibi durumlar etkilerdi.

b. Sohbetlerin Konusu

İlk zamanlar sohbetlerin konularını önceden tesbit eder, konuyla ilgili hadisleri seçerek açıklamaları konu bütünlüğü içerisinde yapardı. Bunu sohbetin başında, “Size bu konuşmamda beş hadis-i şerif okumayı tasarladım. Hayırlısıyla, Allah nasib ederse, onları size anlatacağım.” gibi ifadelerle belirtirdi.

Daha sonraları, özellikle 28 Şubat’tan sonra yapılan sohbetlerde ise genelde Râmûzü’l-Ehâdîs’ten kura ile bir sayfa açılır, oradaki hadisler okunurdu. Kur’a ile seçilen hadisler umûmiyetle farklı farklı konuları içerir, böylece bir sohbette birkaç konu birden anlatılmış olurdu.

Coşan, bir sohbetinde, okuyacağı hadisleri nasıl belirlediğini şu şekilde açıklamıştır: “Sayfayı besmeleyle, kur’a ile açtım. Ön düşüncelerle konu seçerek değil de, bakalım buradan hangi konular gelecek diye, tevekkül ederek açtım.”[6]

Kandiller ve bayram günleri gibi bazı özel günlerde, günün anlam ve önemine dair hadisleri seçip okur, günün ihyâsı için yapılabilecek çalışmalardan bahsederdi. Doğal afetler, ölüm, savaş, yaz tatili, okulların açılıp kapanması gibi güncel olaylar da sohbetlerin konularını belirlerdi. Sohbetin yapıldığı gün için önemli olan bir olay varsa, o olay hakkındaki hadisler derlenir, açıklamalar o doğrultuda yapılırdı. Marmara depreminden sonra yapmış olduğu bir sohbette, şehidlik ile ilgili hadisleri seçmiş ve hadisleri neden seçtiğini şöyle açıklamıştır:

“Hepimiz millî bir âfetle dilhûnuz. İçimiz kan ağlıyor, çok yorgun, üzgün ve perişanız. Cenâb-ı Hak ölenlere rahmet eylesin... Şehid mertebesi ihsân eylesin... Kalanlara sabr-ı cemîl ihsan eylesin... Bize lütfuyla muamele eylesin... Kahrına uğrattığı, gazab ettiği, gazabına uğrayan kullarından olmaktan korusun... Bu akşamki hadis-i şerifleri, şehidler üzerinde vârid olmuş olan, şehidlik konusundaki hadis-i şeriflerden seçmiş bulunuyorum.”[7] Yine başka bir sohbetinde, vâlidesinin vefatı dolayısıyla vefatla ilgili hadisleri[8] okuyan Coşan, okulların açıldığı dönemlerde çocuğun baba üzerindeki ve babanın çocuk üzerindeki haklarını anlatan hadisleri[9] okumuş; yaz tatili münasebetiyle de, tatilde yapılabilecek çalışmalardan bahsetmiştir.[10]

Bazı sohbetlerinde, eline yeni ulaşan bir hadis kitabından, önemli ve ilginç gördüğü bir bölümdeki hadislerin tamamını okumuştur. Bir sohbetinde bunu şu şekilde açıklıyor: “Bugün bir arkadaşım, Medine-i Münevvere’de  bana güzel bir hadis kitabı hediye eyledi. Büyük bir alimin yazdığı bir hadis kitabı. Ben oradan, ‘Zamanın bozulduğu sırada iyi ibadet, kulluk, amel-i salih işlemenin mükâfatı’ diye bir bölümü size okumak istiyorum.”[11]

Bazen hadisin râvîsi, sohbetin konusunun belirlenmesinde etkili olurdu. Coşan, özellikle Hz. Ali’nin rivâyet ettiği hadisler geldiği zaman, Hz. Ali ve Alevîlik hakkında açıklamalar yapardı. Ayrıca başta Ebû Eyyüb el-Ensârî olmak üzere diğer sahâbî râvîlerin hakkında da açıklamalarda bulunurdu.

Coşan, 1999 ve 2000 yılında yaptığı sohbetlerde umûmiyetle 2000 yılının Tevhid Yılı, 21. Asrın da Tevhid asrı olduğunu vurgulamıştır:  “İkibin yılı, Tevhid Yılı... İkibin yılıyla başlayan 21. Yüzyıl, Tevhid Asrı... 21. Yüzyıl’la başlayan Üçüncü Bin, Üçüncü Milenyum dedikleri, dillerinden düşürmedikleri Elf-i Sâlis, Tevhid devresi olacaktır. Gerçekten öyle olacaktır. Temennî değil, kitapların yazdığına göre hakîkaten öyle olacaktır. Bütün bâtıl inançlar sonunda yok olacak, silinecek, bırakılacak ve ‘Lâ ilâhe illa’llàh, muhammedün rasûlü’llàh’ hakîkatı bütün insanlar tarafından kabul edilecektir. Bu yılla başlıyor bu devre... Onun için, bu Tevhid devresinde her muvahhid, yâni ‘Lâ ilâhe illa’llàh’çı müslüman, üzerine düşen görevi yapmalı!.. Yazmalı, çizmeli, konuşmalı, çalışmalı, parasını Allah yoluna sarfetmeli!.. Bunu herkese öğretmeliyiz.”[12]

Coşan’ın ilk yaptığı sohbetin (31 Mart 1993) konusu; “İyiliği Emretme, Kötülüğü Engelleme Görevi” olmuştur. Bu sohbetin ilk hadisiyle beraber yaptığı açıklamalarda, öncelikle, müslümanların İslâm’ı doğru öğrenmesi ve öğretmesi konularına değinmiş, bunların yanında müslümanların kötülüğü engelleme gibi bir görevinin de olduğundan bahsederek, İslâm’ın bireysel ve toplumsal yönüne değinmiştir. Konuyu destekler mahiyette okuduğu ikinci hadiste ise, hayra ve şerre çağıran kimselerin alacağı karşılıklardan bahsederek sohbetini sona erdirmiştir.

Son yaptığı sohbet (2 Şubat 2001) ise ahiretin önemi hakkında olmuştur. Bu sohbette, evinde misafir olduğu kimseye kura ile açtırdığı hadisleri okumuştur. Coşan, okuduğu ilk hadisle beraber ahiretin hayrından başka bir hayır olmadığı konusundan bahsetmekte ve ahireti kazanmanın yollarını şöylece özetlemektedir: “İbadetleri yapacaksınız, günahlardan kaçacaksınız, ahlâkınızı güzelleştireceksiniz.” Hadisin ikinci bölümünde Hendek savaşında sıkıntı çeken müslümanlara Peygamber (s)’in yaptığı duadan bahsedilmiş ve onlara, bu dünyada sıkıntı çekilebileceği ama önemli olanın ahiret hayatı olduğu vurgulanmıştır. Peygamberimizin Hz. Ali’ye yaptığı duadan bahseden ikinci hadisi açıklarken, Hz. Ali’nin kişiliğinin, meziyetlerinin ve Peygamberimize olan yakınlığının üzerinde durmuştur. Üçüncü hadisle birlikte ise Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i sevmenin öneminden bahsederek sohbetini bitirmiştir.

 c. Hadisleri Yorumlamadaki Üslûbu ve Yöntemi

M. Esad Coşan, sohbetlerine selâm vererek başlar ve dua cümleleriyle devam ederdi. Genellikle sohbetlerin mukaddimesi şöyle olurdu:

Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!.. Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!  Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi, her türlü ikrâmı, ihsânı cümlenizin üzerine olsun... Sevdiklerinizle beraber, Allah sizi dünyada ve ahirette mes’ud ve bahtiyar eylesin...”

Selâm ve duanın ardından, çoğu zaman bulunduğu yeri tasvir eder, yapmış oldukları hizmetler ve faaliyetler hakkında bilgiler verirdi. Daha sonra, izahını yapacağı hadis metninin öncelikle tamamını okur, bazen metni okumadan önce, bazen de metni okuduktan sonra, hadislerin konusu hakkında genel bilgiler verirdi.

Mukaddime niteliğinde yaptığı açıklamalardan sonra, okuyacağı hadislerin bulunduğu eserler ve hadislerin sıhhati konusunda mâlûmat verirdi.

Hadislerin kaynaklarını, çoğu zaman, “Sohbetimdeki ilk hadis-i şerif, Abdullah ibn Ömer (r)’dan. Taberânî Evsat’ında kaydetmiş, Beyhakî kaydetmiş, İbn Hibban da Sahîh’inde kaydetmiş bu hadis-i şerifi.”[13] şeklinde; bazen de “Bu hadis-i şerifler mübarek hocamız Ahmed Ziyâeddîn-i Gümüşhànevî Hazretleri’nin Râmûzü’l-Ehàdîs kitabının 406. sayfasında bulunuyor. Metnini merak edenler oralara bakabilirler.”[14] şeklinde Râmûzü’l-Ehàdîs’teki bulunduğu yeri belirtirdi.

Okuduğu hadis kitabının özellikleri hakkında da bilgiler veren Coşan, bir sohbetinde Neseî’nin eserini şöyle tanıtıyor: “Biliyorsunuz İmam Neseî altı sahih hadis kitapları arasında çok meşhur olan, Sıhah-ı Sitte’den birisinin müellifidir. O rivayet etmiş, kitabına almış. Sağlam kitap, güvenilir hadis-i şerifleri ihtiva eden güzel bir eser.”[15]

Cuma Sohbetleri’nde, umûmî olarak hadisleri Râmûzü’l-Ehâdîs’ten okurdu. Fakat bazen farklı eserlerden de okuduğu olurdu. Farklı eserlerin okunmasında, Coşan’ın seyahatler esnasında kütüphanesinden uzak olmasının etkisi büyüktür.

 Seyahatler esnasında eline geçen yeni hadis kitaplarını da sohbetlerinde kullanan Coşan, bir sohbetinde okuduğu hadis kitabını şöyle belirtiyor: “Bu cuma sohbetimde size, bir hadis-i kudsî okumak istiyorum. Bu kitap, Mekke-i Mükerreme’de çok kıymetli bir kardeşimizin elindeydi. Cidde’de bir eve ziyarete gittiğimiz zaman, “Şunu okuyalım!” demişti, orada görmüştüm. Benim kütüphanemde yoktu. İstanbul’a gelince aldım. Seyahatte de yanıma aldım okumak için. Yazarı da, benim sınıf arkadaşım olan, rahmetli, eski İstanbul müftülerinden Fikri Yavuz olduğu için, onun da ruhu şâd olsun diyerek, onun bu tertip etmiş olduğu Kırk Hadîs-i Kudsî kitabından, size bir hadis-i kudsî okumak istiyorum, metniyle beraber.”[16]

Cuma sohbetleri’nde toplam 913 hadis okunmuştur. Bu hadislerin 782’si Râmûzü’l-Ehâdîs’den, 52’si Muhtâru’l-Ehâdis’ten, 40’ı et-Tergîb ve’t-Terhîb’den, 9’u Buhârî’den, 9’u Riyâzu’s-Sàlihîn’den, 8’i Gunyetü’t-Tâlibîn’den, 13’ü ise diğer hadis kitaplarından okunmuştur.

Râmûzü’l-Ehâdîs, Gümüşhânevî Dergâhının el kitabı niteliğinde olması hasebiyle Cuma Sohbetleri’nde en çok başvurulan eser olmuştur. Coşan, sohbetlerinde Râmûzü’l-Ehâdîs’i okuma sebebini şu şekilde açıklamaktadır:

“Birinci esasımız, Kur’an-ı Kerim’e ve sünnet-i seniyyeye tebeiyyettir. Onun için tekkemizde Hocamız’dan bize el olarak verilmiş ve âdet olarak bırakılmış olduğu üzere hadis kitabı okuruz. Mürîdânın terbiyesi, terakkî ve tefeyyüzü için hadis kitabı okuruz. Okuduğumuz hadis kitapları çok çeşitli olabilir, ama Gümüşhâneli Ahmed Ziyâüddin Efendimiz, kendisi Râmûzül-Ehàdîs diye bir hadis mecmuası, koleksiyonu tertiplemiş, onu okumaya devam ediyoruz. Kendisi de bu eserinin mukaddimesinde: ‘Bu kitabı okuyan, devreden, hatmeden, tekrar eden dervişler kısa zamanda Allah’ın izniyle muhakkık bir alim, makàm-ı hakîkate vasıl olmuş bir gerçek sòfî alim olurlar.’ buyurmuş. Bu da sözümüzün delilidir.”[17]

Hadisin kaynağını belirttikten sonra Arapça metni okumağa geçerdi. Bir sohbetinde, hadislerin metnini okumanın faydasını şöyle ifade ediyor: “Her zamanki gibi, Peygamber (s) Efendimiz Hazretleri’nin mübarek sözlerini de, Arapça ibareyi de okumak istiyorum. Çünkü Arapça’yı bilen ve takib edebilen sevgili dinleyicilerim vardır, onlara faydası olur. O mübarek sözlerin, o güzel Arapça aslının okunmasının, tabii ayrıca bereketi var.”

Daha sonra hadislerin kısaca anlamını verirdi. Hadisin anlamını, cümle cümle verir, lafızlar üzerinde gerekli açıklamalar yaptıktan sonra  hadisin tamamının izahına geçer ve sebeb-i vürûdunu belirtirdi.

Hadis cümlelerini incelerken, içinde geçen dînî terimleri tek tek açıklar, kelimelerin  kökleri ve kökenleri hakkında bilgiler verirdi. Bir sohbetinde riyâ kelimesini şöyle açıklamıştır: “Riyâ, reâ, rü’yet kelimesinden geliyor, göstermek demek. Yâni yapmış olduğu ibadeti, iyi işi başkaları görsün de, beni övsünler, sevsinler diye başkalarına gösteriş yapmak demek. Böyle insanın, Allah’ın rızasını kazanmak için yapması gereken bir ibadeti, hayırlı işi, Allah rızasını düşünerek değil de gösteriş için yapması; insanlar görsün de beğensinler, alkışlasınlar, beni sevsinler diye insanları düşünerek yapması riyâdır.”[18]

Diğer bir sohbetinde ise müdârât kelimesini şöyle açıklamıştır: “Dârâ-yudârî-mudâraten. Sülâsisi derâ-yedrî-dirâyeten geliyor. İf’al bâbından edrâ-yüdrî, Kur’an-ı Kerim’de bir çok yerde geçiyor. Meselâ: (Ve mâ edrâke mâ yevmü’d-dîn) [Ceza günü nedir bilir misin?] (İnfitar, 84/17) buyruluyor. Derâ-yedrî-dirâyet; aklını kullanarak, tefekkürünü kullanarak, düşüne düşüne bir şeyi yapmak. Edrâ; birisini düşündürmek, birisine bir şeyi anlatmak mânâsına. Müdârât da, karşılıklı anlayışlı olmak demek. İnsanlarla müdarât eylemek ne demek? Halini anlamak, anlayışla karşılamak demek. İnsan acizdir, zavallıdır; ihtiyarlık halidir, gençlik hâlidir, beşer halidir diye, hallerini anlayışla karşılamak...”[19]

Cümleler üzerinde açıklamalar yaparken, zaman zaman gramer kaidelerinden de bahseder, Arapça bilenlere hatırlatmalarda bulunurdu: “(Lâ fakra eşeddü mine’l-cehl) Bütün kelimeleri biliyorsunuz: Fakr; fakirlik, yoksulluk, noksanlık, bir şeye sahip olmamak demek. Cehl; câhillik, bilmemek demek. Eşed de; şiddetli, daha şiddetli, en şiddetli demek. Ama burda (lâ fakra) diye gelince ve fakr kelimesinin sonu üstünlü okununca, (lâ ilâhe) der gibi; bu ’ya nâfiyetü’l-cins derler. Yâni, bir ismin önüne bu gelirse, o ismin gösterdiği cinsten her şeyi nefyeder; bu şeyden hiç yok mânâsına gelir. (Lâ fakra) deyince de, ‘Hiçbir fakirlik yok; (eşeddü mine’l-cehl) câhillikten daha şiddetli hiçbir fakirlik yok!’ demek. Yâni bir kere câhillik bir çeşit fakirliktir, ama en fenâ fakirliktir. İlim yönünden fakirlik demektir. Bilgisiz, bomboş, okumamış, öğrenmemiş, bilmiyor işte, câhil...”[20]

Yine bir sohbetinde, “(Yâ nahîf! Sıl rahimeke) ‘Ey Nahîf! Akrabanı yokla, akraban ile bağlarını kuvvetlendir, ilişkilerini sağlam tut, sıla-i rahim yap; (yetul umruke) ömrün böylece uzun olur.’ Emrin cevabı olan cümlecik meczum olarak gelir. Onun için yetùlü, yetul olmuş. Sıla-i rahim yaparsan ömrün uzun olur mânâsına...” şeklinde gramer kaidesinden bahsetmiştir.[21]

Hadisleri açıklayıp yorumlarken, daha kolay anlaşılmalarını sağlamak için benzetme ve örneklemeler de yapan Coşan, zekâtın malı azaltmayacağına dair hadisi açıklarken şöyle bir benzetme yapmıştır: “Bir ağacın dallarına kıyamıyorsunuz, budamıyorsunuz; o sene mahsûl az oluyor, veya meyvalar küçücük oluyor. Ama ağacı bir uzmana, usûlüne uygun budama yaptırıyorsunuz, dallarını kesiyorsunuz. ‘Eyvah, ağacın dalları gitti!’ diye, bilmeyen bir insan uzaktan telaşlanabilir. Ama yeni dallar sürüyor, yeni meyvalar geliyor ve budanmış bir ağaçta meyvalar iri oluyor, güzel oluyor. Tabii, bunu ömür boyu insanlar denedikleri için, her sene meyvacılar ellerine testereleri alırlar, ağaçlara çıkarlar, kıtır kıtır dalları keserler. Ama, bu kesmenin sonunda daha çok bereket geldiği için yapıyorlar. İşte bunun gibi, Allah’a yapılan ibadetlerin, Allah yolunda harcanan paraların da durumu böyle...”[22]

Coşan, yatsı namazını camide kılmanın faziletiyle ilgili bir hadisi açıklarken şu cümleleri sarf ediyor: “Bu hadis-i şerifte görüyoruz ki, insanın sevap kazanması için, fedâkârlıklarda bulunması lâzım! Bu fedâkârlıkların kuvveti nisbetinde, insan sevap kazanıyor. Çalışıyorsunuz akşama kadar, ondan sonra yorgun argın evinize geliyorsunuz. Hanım yemekleri çıkartıyor... Bir ev reisi için düşünüyorum bu manzarayı. Hanım da tabii yorulmuş oluyor, ev hanımı için de aynı durum var. Bütün gün çalışmış, yemeği yedikten sonra da, biraz çay içelim filân derken yorgunluk çöküyor. Televizyonun karşısına oturuyorlar, ezan okunuyor ama, bu yorgunluğu yenip camiye gitmek, veya televizyondaki programı bırakıp camiye gelmek kolay olmuyor birçok kimse için...” Ardından da Peygamber Efendimiz’in dönemiyle karşılaştırmalarda bulunuyor: “Bir de Peygamber (s) Efendimiz’in çağını düşünelim: Cereyan yok, kaldırımlar yok, elektrik ışıkları yok... Tabii tehlike de var gecenin karanlığında... Köpek ısırabilir, önüne bir yabancı çıkabilir, görünmemekten istifade ederek zarar vermek isteyen insanlar olabilir...”[23]

Coşan, sohbetlerinde, ayetlerden, hadislerden konuyu destekleyici bilgiler aktarırdı. Peygamber Efendimiz ve ashabının hayatından örnekler verir, onlarla günümüz insanını karşılaştırır, bugün de olaylar karşısında onlar gibi hareket edilmesinin gerekliliğini vurgulardı.

Peygamber (s) dönemindeki münafıklardan bahsederken günümüzle de ilişki kurarak şunları söylüyor:

“O devirde münafık, aslında inanmamış, Peygamber Efendimiz’e kızıyor, ashabına kızıyor. Bu kızgınlığını ortaya vursa, toplum içinde vaziyeti fena olacak; saklıyor.  Demek ki, ahir zamanda da toplum öyle bozulacak ki, mü’min hâlini izhar ettiği zaman çeşitli hücumlara maruz kalacak. İşte Çeçenistan, işte Rusya, işte Kosova, işte Kıbrıs’ın Rum kesimi... Yâni şöyle düşünün: Oralarda bir zaman Devlet-i Aliyye-yi Osmâniye’nin teb’ası olarak rahat, huzur içinde yaşarken dindaşlarımız, kardeşlerimiz, Boşnak, veya Arnavut, veya Pomak, veya başka... Sonra Bulgarlar geldiler, dinini değiştirmesini, ismini değiştirmesini istediler kişilerden. Karşı koyanları öldürdüler.

Yâni, Rusya’da ihtilâl olduğu zaman, Türkistan’ı ve sâireyi istilâ ettikleri zaman, çok korkunç zulümler yaptılar. Fergana Vadisi diye bir vadi var şimdiki Özbekistan’da, hafızlar diyarıymış. Hocalar yetişen, çok ihlâslı insanların olduğu yermiş. Ruslar oralara girdikleri zaman, korkunç katliamlar yapmışlar. Rus istilâsının şiddetli olduğu zamanlarda da, tabii dindarlıklarını yapamadılar, saklamak zorunda kaldılar.”[24]

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan bazı sorunlardan da bahseden Coşan, çocukların eğitimi konusunda onlarla konuşmanın gerekliliğinden bahsederken şunları söylüyor:

“Çoluk çocuğumuzla toplandığımız zaman şöyle, akşamları ne konuşacağız?.. Tabii şimdi artık böyle bir mesele kalmadı. Herkes televizyonun karşısında, vaktin nasıl geçtiğini bilemiyor. Onun için ben, televizyona biraz da telefisyon diyorum. Yâni telef makinesi... İnsanın zamanı telef olup gidiyor. Böyle güzel şeyleri düşünmeye, anlamaya, anlatmaya, çoluk çocukla müzakere etmeye vakit kalmıyor. Amerikalıların reisicumhuru Kenedi’nin ailesini, hayatını anlatan kitabı okuduğum zaman, bir şey dikkatimi çekmişti: Babası mutlaka çocuklarının akşam yemeğinde masanın etrafında hazır olmasını istermiş. Bütün Kenediler baba Kenedi’yle beraber masaya otururlarmış. O masa adeta böyle bir politika masası gibi, her şeyin konuşulduğu bir masa olurmuş. Yâni bir taraftan yemek yiyorlar, bir taraftan da baba bir soru soruyor, çocuklar cevap veriyor... O cevaba öbür çocuk başka bir fikir katıyor. Böylece çocukları —fikir jimnastiği diyelim, fikir idmanı diyelim— tefekküre alıştırıyor. Hakikaten de çocuklarının hepsi meşhur kimseler oldular.” [25]

Hadislerin izahı ve değerlendirmesi yapıldıktan sonra, hadislerden alınması gereken dersler ve Peygamber (s)’in tavsiyelerini tekrar özetler, akılda kalması için maddeler halinde sıralardı. Son sohbetinde yapılması gereken vazifeleri şöyle özetliyordu:

“‘—Ne yapacağız, kısaca söyle hocam, hatırımda kalsın! Ben uzun sözleri hatırımda tutamıyorum.’ derseniz:

1. İbadetleri yapacaksınız.
2. Günahlardan kaçacaksınız.
3. Ahlâkınızı güzelleştireceksiniz.” [26]

Yine ilimle ilgili bir hadisin izahının ardından şu tavsiyelerde bulunuyor: “Onun için, ilim yolunda giden kardeşlere, asistanlara, doçentlere, profesör kardeşlere de tavsiye ederim; bu eski âlimleri, eski kitaplarda yazılan bilgileri yabana atmasınlar! Onların bu husustaki tecrübeleri, bilgileri, mütâlaaları kat kat fazla... Çok derin incelikleri kavramış durumdalar. Ben çeşitli ana kaynak kitapları okuyorum da, o kadar derinden derine incelemişler, o kadar samîmi öğrenmişler, o kadar güzel biliyorlar ki, hayran olmamak mümkün değil. Eğer fikir bakımından eskilerle arasında bir fikir farkı olduysa, çok dikkat etsin kardeşlerimiz, birden karar vermesin! Acemilik yapmasın, acemi çaylaklık yapmasın, acemi doktorluk yapmasın! Sonra hayatı boyunca hatasını telâfi edemez. Yanlış bir kanaate girer, hem kendisi sapıtır, hem de başkalarını saptırır. Öyle olmasın...”[27]

Sohbetlerinde genellikle üç hadis okur, hadislerde anlatılanlarla günümüz arasında irtibat kurarak ülkemizi ve insanımızı ilgilendiren güncel konulara temas eder ve açıklamış olduğu hadisler doğrultusunda bu gün yapılabilecek çalışmalardan bahsederdi.

Ahir zamanda müslümanların başına gelecek belâlardan bahseden bir hadisi açıklarken, müslümanların bu günkü durumunu şöyle tasvir ediyor:

“Şimdi ben bu devirde, müslümanları şuna benzetiyorum: Birileri gelmiş müslümanın elini ayağını tutmuş, karşısına da düşman geçmiş, yüzüne boyna yumruk patlatıyor. Bıraksalar, müslüman kendisini savunacak ama, güya kendisinin arkadaşları, taraftarları, elini ayağını tutmuş, savundurmuyor. Ben buna benzetiyorum. ..… 

İşte böyle müslümanlar dünyanın her yerinde eli kolu bağlı. Her yerde kendilerine saldırılıyor. Birlik beraberlikleri de yok, birbirlerine yardım da edemiyorlar. Evet Suudi Arabistan zengin, parası pulu var; ama paralar Avrupa, Amerika bankalarında, başka işlerde kullanılıyor. Öbür tarafta, hemen Suudi Arabistan’ın altında Somali’de, Afrika’nın diğer ülkelerinde insanlar su bile bulamıyor. O da müslüman, kardeş, ama irtibat yok.

İleri İslâm ülkeleri var, ötekilere yardım edebilirler. Bir düzen kurulmamış, komşu müslüman ülkeler bile birbirlerine düşman... Bizim Balkanlar’da, Kuzeyde ezelî, tarihi düşmanlarımız var; onlarla gayet iyi olmaya çalışıyoruz, her türlü cevr ü cefasını çekiyoruz. Ama tarihî, ezelî beraberliğimiz olan ülkelerle de, uzun zamandır kaşları çatık politikalar yürütüyoruz.

Bunları niçin anlatıyorum?.. Zaman, ahir zaman... ‘Ahir zamanda da çeşitli imtihanlar olacak!’ hadis-i şerifiyle anlatıyorum. Demek istiyorum ki: Bu devirde, dünyanın neresinde olursa olsun, imtihanlara mâruz kalan, baskılara mâruz kalan müslümanlar müteselli olsunlar, ne yapacaklarını bilsinler diye anlatıyorum.”[28]

Coşan, sohbetlerinin sonunda, anlattığı konuyla ilgili dualar yapardı. Bu dualar genellikle sohbetin özeti mahiyetinde olurdu:

“Allah Teàlâ Hazretleri, kendisinin sevdiğini sevmeyi, buğz ettiğine de buğz edip, tam rızasına uygun zihniyete sahib olmayı bize nasib etsin... Dünyanın helâllerinden istifade etmeyi ve onlara da sahip olurken titizlik göstermeyi nasib etsin... Bütün müslümanlara, kendisine merhamet ettiği gibi acımayı ve yardım etmeyi istemeyi nasib etsin... Fazla söz söylemekten, boş söz söylemekten bizi korusun... Boş söz yerine çok zikir, çok tefekkür nasib etsin... Çok yemekten uzak tutsun... Çünkü bütün hastalıklar çok yemekten oluyor. İşte ondan nasıl kaçınacaksak, çeşitli tedbirleri alarak, bu kusurlarımızdan da inşâallah uzak duralım. Dünyanın aldatıcı tantanası, mülkü, zîneti, servet ü sâmânına aldanmamayı nasib etsin... Çünkü bunların hepsi elden gidecek, mirasçılara kalacak. Onlar, onları helâl olarak yerken, mirası bırakan âhirette onu nereden kazandığının hesabını verecek. [29]

Sohbetlerini dua cümleleri ve ardından selamlama ile bitiren Coşan, umumiyetle,  “Allah Teàlâ Hazretleri iki cihanda cümlenizi aziz ve bahtiyar eylesin... Cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin... Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler, es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..” şeklinde bitiyordu. Fakat son sohbetinde (2 Şubat 2001) selamlamak yerine, sohbetini uzunca dua ederek ve “el-Fâtihah!” diyerek bitirmesi, sanki yapmış olduğu bu sohbetin, son sohbeti olduğunu bildiği intibaını uyandırmaktadır.

Son sohbetini şu şekilde bitirmiştir:

“Allah Teàlâ Hazretleri bizi İslâm tarihini tam okuyup, tam anlayıp, sahabe-i kirâmın hepsini sevip; özellikle Hazret-i Ali Efendimiz’i, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin Efendilerimizi de sevip, onların şefaatine ermeyi nasîb eylesin... Cennetiyle cemâliyle bizleri müşerref eyleyip, onlarla cennette buluştursun...

Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömerü’l-Fâruk, Osmân-ı Zinnûreyn, Aliyy-i Murtazâ ve diğer mübarek büyüklerimizle cennette bizleri buluştur yâ Rabbi!.. Bi-lütfike ve keremike ve bi-hürmeti ismike’l-a’zam, ve nebiyyike’l-ekrem, ve inneke ücîbü’d-deavât, ve kàdı’l-hâcât, ve ekremü’l-ekremîn, ve erhamü’r-râhimîn... El-fâtihah!..[30]

d. Sohbetlerin Dil ve Anlatım Özellikleri

M. Esad Coşan, sohbetlerini, sade bir dille, halkın anlayabileceği bir şekilde yapar, özellikle yabancı kelime kullanmamaya dikkat ederdi. sohbetlerinde, sanki dinleyici ile birebir karşılıklı konuşuyormuş gibi samimi bir şekilde konuşurdu. Sohbeti dinleyenler, bulundukları ruh hallerine göre ayrı ayrı dersler alırlardı.

Sohbetlerde zaman zaman nükteli benzetmeler yapan Coşan, Ramazan bayramının cuma gününe denk gelmesini şu şekilde ifade ediyor: “Allah Teàlâ Hazretleri nasib etti, iki güzel mübarek, mutlu günün feyz ve bereketi çakıştı, üst üste geldi. Ben daima lâtife yollu söylerim; sanki koyu tatlılı ekmek kadayıfı üstüne halis kaymak konulmuş gibi katmerli, güzel oldu...”[31]

Tevekkülün öneminden bahsederken: “Altın madeni, hemen böyle toprağın üstünde pırıl pırıl parlamıyor. Elmas pırıl pırıl parlamıyor. Onu kaç metreler kazıyorlar, binbir türlü zorluklarla çıkartıyorlar, öyle elde ediyorlar. Yâni çalışma gerekiyor. Doğruyu bulmak için de, tefekkür böyle yerin altından elması bulmak gibi, altını bulmak gibi, kıymetli madeni bulmak gibi bir şey.”[32]

Aynı zamanda Türk-İslâm Edebiyâtı profesörü olan Coşan, konunun daha iyi anlaşılması için şiirler okur, yeri geldiğinde, konuyla ilgili fıkra, kıssa, hikâye vs. anlatıp dinleyicinin konuyu daha iyi kavramasını, hadislerin mesajının akılda kalmasını ve dikkatlerin dağılmamasını sağlardı.

Coşan, ibadetleri güzel yapmanın zorluğundan bahsederken Şeyh Sa’dî’nin Gülistan’ının başındaki şu beyti okumuş ve ardından açıklamıştır:

Verne sezâvâr-ı hudâvendiyeş
Kes netevâned ki becây âvered

“Eksiğimizle, kusurumuzla, hatalı şey yaptığımızı itiraf ederek, tevazuu takınmamız lâzım geldiğini hatırlatıyor. ‘Yoksa, Cenâb-ı Hakk’ın dergâhına lâyık ameli kimse yapamaz!’ diyor.”[33]

Başka bir sohbetinde ise Arif Nihat Asya’nın şu beytini okuyor:

İçsen bu sudan dostum, bir daha susamazsın;
Bir hal gelir ağlayamazsın, susamazsın!

 “İslâm’ın o güzel, şifâlı kaynağından, bu sudan bir içsen, bir daha susuzluk çekmezsin; kanarsın, doyarsın, oh dersin, rahatlarsın, gönlün tatmin olur.’ İkinci mısraı da çok güzel, cinas var: ‘Sana bir hal gelir, artık İslâm’dan dolayı öyle bir heyecanlanır, öyle bir feyizyâb olursun ki, öyle bir hale gelirsin ki, ağlasan ağlayamazsın, sussan susamazsın! İşte o zaman bir coşkulu hakîkî mü’minin halet-i rûhiyesi insana gelir.”[34]

Yine Ramazanın sonu yaklaşınca, ömrün hızla geçtiğini şöylece dile getiriyor: “Edebiyatçıların dediği gibi, günler rüzgar gibi geçiyor. Tabii ömür de öyle olacak. Allah uzun ömür versin ama, ne kadar uzun olsa, “Kıvrılır, uzar, fakat daire olmaz bu hat.” dediği gibi şairin, bir zaman bitecek. Onun için hazırlıklı olmak lâzım!..

Sanman ki felek devr ile şâm u seher eyler,
Her vâkıanın akıbetinden haber eyler.

 ‘Gece ile gündüzün peşpeşe gelmesi, akşamdan sonra sabah, sabahtan sonra akşamın olması, sadece basit bir olay, bir dönüş değil; her işin sonunu anlatıyor bize...’ diyor şair.”[35]

Zaman zaman Mevlid’den beyitler okuyan Coşan, bir sohbetinde: “O zaman, hayırla başlayan, Allah adıyla başlayan, Allah’ın rızası düşünülerek yapılan şey hayırlı oluyor. Bunu biz örfümüzden, tarihimizden, edebiyatımızdan biliyoruz. Süleyman Çelebi ne kadar güzel halka öğretmiş, yaymış Mevlid’iyle:

Allah adı olsa bir işin önü,
Hergiz ebter olmaya ânın sonu!

‘Bir işin önü, başlangıcı Allah adı olursa, yâni ‘Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm’ diye başlanırsa; asla o işin sonu ebter olmaz, güdük olmaz, kesik olmaz, bozuk olmaz, çürük olmaz; iyi olur.’ diye güzelce şiir halinde ifade etmiş. Her işimizi besmeleyle yaparız. Arabamıza besmeleyle bineriz, arabanın anahtarını besmeleyle çeviririz. Her işimizi besmeleyle yaparız, o zaman hayır olur. Yemeği besmeleyle yersin, yediğin hayreder, faydasını görürsün.”[36]

e. Değerlendirme

Cuma Sohbetleri, toplumumuzun dinden uzaklaştığı, bidatlerin yaygınlaştığı, din hakkında söz söyleyebilecek birikimi olmayan kimselerin, kitle iletişim araçları vasıtasıyla, halkın kafasını karıştırdığı bir dönemde, halka, İslâm’ı ana kaynaklarından anlatması, hadis-i şeriflerle eğitim metodunu kullanarak peygamberî mesajı kitlelere ulaştırması bakımından önemlidir.

Coşan, zamanın her türlü teknolojik imkânını kullanarak, dünyanın her yerindeki müslümanlara ulaşıp, onlara İslâm’ı anlatmayı, böylece çağa uygun, aşırılıktan uzak ve sünnet-i seniyyeye bağlı müslümanlar yetiştirmeyi gaye edinmiştir. Sohbetlerinde zaman zaman belirttiği gibi gayrımüslim dinleyicilerin de bu sohbetler vasıtasıyla İslâm’a ısınmasını sağlamayı, İslâm’ın evrensel mesajını tüm insanlara ulaştırmayı amaçlamıştır.

Coşan, günümüzde dini eğitimin, camilerde ve ilgili okullarla sınırlı kaldığını, fakat eğitimin yapıldığı bu mekânlara gelemeyenlerin dini bir eğitimden mahrum kaldığını düşünerek, radyoyu eğitim ve öğretimde bir vasıta görmüş, herkesin dinini öğrenebilmesi için radyo sohbetlerini başlatmıştır. Ayrıca sohbetlerin yazıya geçirilip internette yayınlanmasını sağlayarak, herkesin kolaylıkla ulaşabilmesini temin etmiştir.

Sohbetlerinde hadis-i şerifleri okuyup açıklaması, sahabenin, dini Peygamber (s)’den öğrendiği gibi, günümüz insanının da, hadisler aracılığıyla, Peygamber (s)’den öğrenmesini sağlamış, okunan hadislerin muhtelif konuları içermesi, dinleyicilerin çok çeşitli konularda bilgi sahibi olmasını sağlamıştır.

Cuma Sohbetleri’nin tekrarları hâlen Akra FM’de Cuma günleri sabah ve akşam olmak üzere yayınlanmaktadır. Böylece radyo ve internet aracılığıyla dünyanın her yerine ulaşmaktadır. Hazineden Pırıltılar adı altında kitap haline getirilmiş olan Cuma Sohbetleri, yayınlandığında toplumun her kesimindeki insanların daha kolay istifade edebileceği bir hale geleceği muhakkaktır.

 



[*] Erkaya, Mahmud Esad, M. Esad Coşan'ın Cuma Sohbetleri (Hazineden Pırıltılar) ve I. Ciltteki Hadislerin Tahrici, AÜİF, Basılmamış Lisans Tezi, Ankara 2006, s. 29-42.

[1] 06. 02. 1998 - Melbourne / Avustralya

[2] 20. 02. 1998 - Venmark / Avustralya

[3] 11. 07. 1997 - Mekke

[4] 03. 03. 2000 - Brunei

[5] 01. 11. 1996 - İstanbul

[6] 01. 09. 2000 - Mekke

[7] 27. 08. 1999 - Avustralya

[8] 22. 10. 1999 - Mekke

[9] 22. 09. 1995 - Ankara

[10] 03. 12. 1999 - Avustralya

[11] 25. 08. 2000 - Medine

[12] 08. 12. 2000 - İsveç

[13] 01. 12. 2000 - İsveç

[14] 06. 08. 1999 - Avustralya

[15] 15. 12. 2000 - İsveç

[16] 30. 12. 1994 - Avustralya

[17] Coşan, M. Esad, İman’ın Ve İslâm’ın Korunması - 1, Seha, İstanbul, 1997, s. 113.

[18] 04. 09. 1998 - Almanya

[19] 19. 01. 2000 - Avustralya

[20] 02. 06. 2000 - Avustralya

[21] 11. 09. 1998 - Almanya

[22] 26. 04. 1996 - Mekke

[23] 22. 07. 1994 - Ahmetçe / Çanakkale

[24] 12. 01. 2000 - Avustralya

[25] 02. 08. 1996 - Antalya

[26] 02. 02. 2001 - Avustralya

[27] 26. 05. 2000 - Avustralya

[28] 06. 10. 2000 - İsveç

[29] 14. 07. 2000 - Avustralya

[30] 02. 02. 2001 - Avustralya

[31] 30. 01. 1998 - Avustralya

[32] 02. 06. 2000 - Avustralya

[33] 07. 01. 2000 - Avustralya

[34] 03. 03. 2000 - Brunei

[35] 16. 01. 1998 - Sydney / Avustralya

[36] 12. 01. 2001 - Avustralya
  

www.sonuyari.org