BİR HİZMET AŞIĞI DAHA 

Taha Kıvanç  

7.02.2001 Yeni Şafak
 

Pek çok kişinin gözünden kaçtı: ABD’nin yeni başkanı George W. Bush’un ilk icraatı, devletin kaynaklarının dindarların hayır örgütlerine akıtılacağını ilân etmek oldu. Bush, zenci hakları savunucusu rahip Martin Luther King’in bir sözünü hatırlatarak, “Din, devletin ne kölesi ne de efendisidir; din devletin vicdanıdır” dedi konuşmasında...

Amerika’da dinî vakıfların sistem içerisinde güç tazelemesine gideceğinin ülkenin en yetkili ağzı tarafından vaadedildiği günlerde, Türkiye, en köklü vakıf kurumlarından biri olan Bezm-i Alem Hastanesi’ni devletleştiriverdi. “Ne oluyor?” demeye kalmadan, bugünkü hükümet, sivil toplumun tarihî köklerini teşkil eden vakıfları teker teker aslî unsurlarından koparmakla meşgul...

Bu konuyu bana hatırlatan, ülkemize ‘vakıf gönüller’ kazandırmak için gecesini gündüz yapmış olan Es’ad Coşan Hocaefendi’yi bir trafik kazası sonucu kaybetmemiz oldu. En büyük vakıf, insanın sadece parasını veya zamanını değil, her şeyiyle kendisini inandığı bir konuya vakfetmesidir. Es’ad Coşan, bu alanda ülkemizde ender rastlanan bir ‘vakıf insan’ örneğiydi...

Bağlı olduğu tasavvuf zinciri içerisinde sonradan edindiği konumu bu gerçeğin bütün boyutlarıyla algılanmasına engel teşkil ediyor. Oysa, bir ‘önder’ sadakati, bağlılığı, sözünün dinlenmesini konumu sayesinde kazansa bile, eğer o önder kendisini ‘sevdirecek’ beşerî vasıflara sahip değilse, bunun fazla bir anlamı yoktur... Onun için gözyaşı döken, kaybından büyük üzüntü duyan insanlara bakıp, bunu, sadece oturduğu posta bağlamak isteyen yanlış görüşler var... Es’ad Coşan, konumu olmasaydı da, verdikleri sebebiyle sevilen, önder bir insandı...

Epey önceleri, Es’ad Coşan’ın hizmet halkası içerisinde yer alan çeşitli kuruluşlardan söz eden bir broşür elime geçtiğinde şaşırmış ve şaşkınlığımı sizlerle de paylaşmıştım. Hastaneler, dershaneler, yurtlar, kurslar, oteller gibi çok çeşitli alanlarda çalışan şirketler ile dergiler, radyolar gibi iletişim dünyasının unsurları... Son zamanlarda, Türkiye, Avustralya ve Amerika’da sanal dünyanın zengin imkânlarından yararlanıldığının örnekleriyle de karşılaşıyordum.

Vizyonsuz önderlerin izleri kalıcı olmaz. Es’ad Coşan Hocaefendi, son temsilcisi olduğu İskenderpaşa Dergâhı’nı günümüz insanını ilgilendiren her alanda at koşturan büyük bir hizmet ocağı haline dönüştürmeyi başardı. Bir zamanlar yüzbin adetten fazla satan İslâm Mecmuası’nı nasıl unutabiliriz? Akademisyenlerin ürünlerini geniş kitlelere ulaştırmak, hanımlara da bu yarışta mesafe aldırmak için herbiri kendi kulvarında lider başka dergilere de öncülük etmişti. Onun tavsiyeleriyle yayın hayatına başlayan ‘Akra-FM’, uydu ve bilgisayar teknolojilerini kullanarak, hem Türkiye’nin hem de dünyanın dörtbir köşesinde dinlenebilen ilk ‘bizim’ radyo oldu...

Kendisini son defa, Ankara’da, ‘Akra-FM’in uyduyla ülke sathında yaygınlık kazandığının ilân edildiği yemekte görmüştüm. Her partiden milletvekilleri ve liderler tarafından saygı gören bir dinî önder manzarası ne kadar sevindiriciydi. Türkiye’de de, din, bir ‘vicdan’ konumuna yükseliyor görüntüsünü kazanmaktaydı o günlerde... O akşam yanıbaşında oturan ANAP lideri Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde yurtdışına çıkmak zorunda kalacağını ve uzun yıllar ülkeye dönemeyeceğini nereden bilebilirdim? Kim, nereden bilebilirdi?

Türkiye’de lâiklik, Batılı ülkelerdeki uygulamalar istikametinde anlaşılmaya başlandığında, din önderlerinin açtığı hizmet alanlarının endişe kaynağı olmadığı da görülecek. O zamana kadar, dini, ‘korkunç’ bir şey olarak görmenin açacağı sıkıntılarla başetmek zorunda kalacağız; ne çare ki, o günlerde, kendisini hayra adamış, gönül ehli pek fazla önder bulunamayacak...

Türkiye nere, Avustralya nere? Harita üzerinde baktığınızda da mesafe kolayca alınır gibi görünmüyor; hele bir de yola düşünüz, uçakla gittiğinizde yol biter gibi gelmiyor... Sadece kendisi değil, kendisini sevenler de, onca yolu tepip kolayca dönülmeyen bir coğrafyaya otağlarını kurdular. Şimdilerde, hepimizin ağzından kolayca çıkan, “28 Şubat yüzünden gönüllü sürgüne gitti” cümlesi, Es’ad Coşan ve bağlıları için kimbilir ne kadar anlamsızdır...

28 Şubat’ın üzerine oturduğu bahaneler açısından bile, Es’ad Coşan Hocaefendi’nin rahatını bozması için bir sebep düşünemiyorum. Zihnimdeki son fotoğrafında değişik eğilimden politikacılarla yanyana durması onun siyaset-üstü kalma kararlılığına işaret ediyor. Teşvik ettiği hizmet alanları insanların temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik. Öğütleri ise, kökleri Şah-ı Nakşibendi’ye uzanan, dalları edebiyatımızın seçkin temsilcilerinin mısralarıyla bezeli bir tasavvuf dünyasından beslenen olgunlukta... Ortaçağlarda krallar ve sultanların sohbetinden yararlanmak için yarışacağı, günümüzün akıllı yöneticilerinin ağzına bakması gereken bir örnek insanı, biz, olmadık çilelere muhatap edip sevdiklerinden kopardık... Gönüllü sürgünmüş, hah!..

Bana ulaşan mesajlardan biliyorum; vefatını duyan inançlı herkesin aklına hep aynı cümle geliyor: “Bir âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir...” Vizyonu dünyayı kucaklayan, hizmet aşkı sınır tanımayan, yüreği sevgiyle dolu bir âlimdi Es’ad Coşan ve ölümüyle âlemi gerçekten biraz daha fakirleştirdi...

Mekânı cennet olsun.

içindekiler | ana sayfa