HİCRET YURDUNDA VUSLAT

Ali Bulaç

8.2.2001— Zaman


Avustralya’da elim bir trafik kazası sonucu vefat eden Es’ad Coşan Hoca’yla tanışma fırsatım olmadı. İskenderpaşa Camii’nde bir vaazını dinledim ve tabii ki kitaplarını, çeşitli yazılarını okudum. Aynı zaman diliminde yaşadığım halde böylesine değerli bir insanla tanışmamayı kendi adıma bir kusur ve kayıp sayarım. Ancak rahmetli Hoca’nın şeyhi ve kayınpederi Şeyh Zahit Kotku Hazretlerini tanıma ve bir “teşehhüd miktarı” da olsa sohbetine katılma şansım oldu.

Vefatından birkaç sene önce Necati Aktülün isimli bir arkadaşımla İskenderpaşa’ya gittik. İkindi vaktiydi. Muhterem Zahid Kotku Hazretlerinin arkasında namaz kıldık. Namazdan sonra cemaat bir halka oluşturdu. Şeyh Efendi hilalin tam ortasında oturuyordu. Cemaat sağına ve soluna dizilmişti. Gayet yumuşak, insanın içini okşayan bir sesle nasihatta bulunuyordu. Herkes derin bir huşu içinde dinlerken biz –biraz aklı bir karış havada iki genç olan biz– söz alıp kendisine bazı sorular yönelttik. Cemaat belli ki bize kızmıştı. Çünkü muhtemelen sadece onun konuşması isteniyordu. Biz tabii o kendine çok güvenen delikanlı ruh halimizle soru üstüne soru sorduk. Belki cemaat Şeyh Efendi’nin bize kızacağını beklerken o, tam aksine hiç sükunetini, ses ritmini bozmadan cevap verdi. Şefkatli ve anlayışlıydı. Biz Müslümanların pasifliğinden bahsediyorduk; o ise bize “sabır ve gayrete devam” tavsiye ediyordu.

Hilalin kavisinde dizilen cemaatten hiç kimse yüzüne bakmıyordu. Belki bu da tarikat adabındandı. Ama biz “adab bilmezler” bu kurala riayet etmediğinden yüzüne, gözlerine bakıp konuşuyorduk.Yüzünde manevi bir saflık, insanın içine huzur veren bir derinlik vardı. Çok sonraları bunun farkına vardım. O gün kafamızdaki gürültüyle huzuruna çıkmıştık.

Açıkçası o gün Şeyh Hazretleri’nin suallerimize verdiği cevapları çok tatminkar bulmamıştık. Ancak manevi şahsiyeti üzerimde derin bir etki bırakmıştı. Yıllarca ne zaman ismi geçse gözlerimin önüne o saf, temiz, mütevekkil yüzü geliyordu. Sonra bu türden insanların farklı ruh hallerine sahip olduklarına inandım. Bu zatlar toplumsal hayatımızın manevi merkezleridir. Çok konuşmazlar, yalın şeyler söylerler. İnsanları etkileyen özellikleri ruhi derinlikleridir. Tarikatın son şeyhi Es’ad Coşan Hoca’nın vefatı gök kubbemizde bir yıldızın kayması gibidir...

Bunlar ise “kutup yıldızı” gibidirler. Hem alim hem manevi yol göstericilerdir. Dışarıdan bakanlar, onların çok rahat olduklarını sanır. Hayır, omuzlarında ağır yükler var, pınar gibi susuzların susuzluğunu giderirler. Pınar devamlı su vermek zorunda. Su ise kendiliğinden akmıyor. Büyük bir cehd göstermek lazım.

Es’ad Coşan Hoca’nın gurbette vefat etmesi insanın içine bir burukluk veriyor. İslâmi tebliğin ne anlama geldiğini ve bu kutup yıldızı şahsiyetlerin neyin peşinde olduklarını hiçbir zaman ve hiçbir şekilde anlamamaya azmetmiş çevreler, Hoca’nın vefat haberini aşağılayıcı bir üslupla ve sanki “Oh olsun!” dercesine veriyorlar. Ne kadar cahilce bir tutum. Es’ad Coşan Hoca için ölüm, Rabbine bir vuslattır. Yani Şeb–i Arus.

(...) Hicret bütün dinlerde kutlu bir güzergahtır. Peygamberlerin seyr–ü sülukudur. Asıl, toplumun manevi merkezlerini, sosyal barışın sembollerini ve birleştirici unsurlarını hicret etmeye mecbur bırakanlar utansın. Allah’ın arzı geniştir ve bütün yeryüzü mü’minlere mescid kılınmıştır. Hicret edenler, gittikleri yeri gül bahçesine çeviriyorlar. İnanıyorum ki Amerika’da ve başka yerlerde olduğu gibi Avustralya’da da Es’ad Coşan Hoca’nın da geride bıraktığı bir gül bahçesi var. Allah rahmet etsin, mekanı cennet olsun, nur içinde yatsın.

içindekiler | ana sayfa