ES’AD HOCADAN SONRA A. KABAKLI DA GÖÇTÜ

Asım Yenihaber

Akit


İki değerli “hoca” ard arda göçtü. Esasen bugünün resmi sözlüğünde “hoca” diye bir kelime yok. “Öğretmen” var, “imam” var. Din görevlileri (imamlar) için “hoca” tabiri kullanılabiliyor, yani buna kısmen cevaz veriliyor. Fakat, hoca kelimesinin hâlâ çok yaygın kullanılan bir kelime olduğunu da herkes biliyor. Bu resmiyete, unvanların kullanılmasını yasaklayan kanuna da aykırı. Aykırı da ne oluyor peki? Saygı uyandıran öğretmenlere, itibarlı öğretim üyelerine, mesleği öğretmenlik olmamakla beraber, mürebbilik, eğiticilik yönü olan değerli şahsiyetlere de “hoca” deniliyor.

Es’ad Hoca da, Ahmet Hoca da bütün mânâlarıyla “hoca” idi. Belki Ahmet Kabaklı Hoca, Es’ad Hoca gibi, cemaatin önüne geçip namaz kıldırarak hocalık yapmamıştı, cami kürsüsünden vaz ü nasihat etmemişti. Fakat, aynı huşu ile, insanların önüne düşüp istikamet üzre yürümüş ve yürümeleri için gayret sarfetmişti, irşad faaliyeti yürütmüştü. Es’ad Hoca ile Ahmet Hoca arasında o kadar çok benzerlik, müşterek unsur var ki, insan hayrete düşüyor. İki hocanın da ihtisas alanı Türk dili ve Edebiyatı.

Ahmet Kabaklı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Türk dili ve edebiyatı bölümünü bitirmiş, uzun süre liselerde edebiyat öğretmenliği yapmıştı. Sonra yüksek öğretmen okulunda devam ettirmişti bu mesleği. “Türk Edebiyatı” adlı, çok rağbet gören ve sonradan birkaç defa genişletilen hem edebiyat tarihi, hem nazariyatı ve antolojisi mahiyetinde muhalled bir eser yayınladı. Defalarca basılan bu eser yanında çok sayıda eseri de vardı. Elbette dil şuuru olan, Türkçe sevdalısı bir şahsiyetti Kabaklı Hoca. Tek başına bir fakülte, hatta bir üniversite idi.

Es’ad Coşan ise Ankara İlahiyat Fakültesi’nin Türk-İslâm edebiyatı kürsüsü profesörü idi. Edebiyatımızın, dilimizin sevdalısı bu hoca, sırf Hacı Bektaş’ın “Makalat”ını yayınlayarak bile, bu meşhur şahsiyetin gerçek kişiliğinin anlaşılmasına katkıda bulunarak büyük hizmet etmişti. Es’ad Hoca, “hoca” dışında informel bir unvanın daha sahibi idi. Malum, Türkiye’de 1924’te kanunla tekkeler, dergâhlar kapatılmış, tarikatlar men edilmiştir. Elbette şeklen bu yapılmıştır, fakat esasta, hakikati halde bunun yapılması mümkün değildi, nitekim olmamıştır. Türkiye’de o tarihten sonra şeyhler, mürşidler, dervişler, müridler olmuştur, bundan sonra da olacaktır. Bu durum belki kanuna aykırıdır, fakat realiteye uygundur. Realiteye uygun olmayan kanunların zorla yaşatılmaya çalışılması ise toplumun gerçeklerine aykırılıkları yüzünden hukuk zaafından başka bir şey değildir. Kanun çıkarıp başçavuşun beygirine döndürmenin mantığı ne olabilir!

Es’ad Hoca, Gümüşhaneli dergâhının son şeyhi, İskenderpaşa Camii’nde uzun müddet görev yaptığı için “İskenderpaşa cemaati” denilen cemaatin önderi Zahid Kotku’dan sonra onun postuna oturdu. Peki Zahid Efendi bir “şeyh” miydi? Elcevap: Öyleydi! Kesinlikle öyleydi! Vefat edince Süleymaniye Camii haziresine defnedildi. Zahid Efendi sağlığında veya vefatından sonra ne şekilde adlandırılırsa adlandırılsın, gerçekte şeyhlikten başka bir şey yapmış değildir. Onun postuna oturan Es’ad Hoca da tam mânâsıyla -devrimizde ne ölçüde mümkün olursa, o ölçüde- bir şeyhdi. Yüzlerce yıllık Nakşibendi tarikatının asrımızdaki şeyhlerinden biri.

“İşte, Ahmet Kabaklı ile Es’ad Coşan’ın ayrıldığı nokta” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Fakat acele ettiğinizi söylemek zorundayım! Ahmet Kabaklı da bir “şeyh”di! Muharrirlerin, yazarların şeyhi idi, şeyhülmuharririn idi! Es’ad Hoca vefatıyla, Türkiye’nin hukuk sisteminin ne kadar dayanaksız, slogandan öte derinliği olmadığını ortaya koydu. Hükümet, onun Süleymaniye haziresine defni için kararname hazırladı.

Daha önce de örnekleri olan bir uygulama için. Fakat Cumhurbaşkanı, bu kararnameyi imzalamadı. Gerekçesi dünya komedi tarihine geçecek bir nitelik taşıyordu: Anayasa’nın “Hiçbir kişiye veya zümreye imtiyaz, ayrıcalık tanınamaz” ilkesine aykırılık! Bundan kastedilen, Es’ad Hoca’nın umumi mezarlıklar dışında bir mahalle defni ise, ilk olarak Mustafa Kemal’in cesedi Anıtkabir’e gömülerek bu ilke ihlal edilmiş demektir!

“Hiç kimseye veya zümreye imtiyaz tanınamaz.” Bu prensip, bu prensibi koyan Anayasa’yı yapan Mustafa Kemal Paşa için bozuluyor! Ne kadar tuhaf bir durum! Ne vahim bir tutarsızlık! Es’ad Hoca, sistemin defosunu vefatından sonra gösterdi. Ahmet Kabaklı ise, “Temellerin Duruşması” kitabıyla sağlığında. Kabaklı Hoca’nın bu kitabı, Türkiye’de sistem eleştirisinin klâsiği mahiyetinde bir eser olarak unutulmayacaktır. Her iki hocaya, her iki toplum önderine, her iki “şeyh”e sonsuz rahmet diliyorum. Milletimizin başı sağolsun

içindekiler | ana sayfa