ES’AD COŞAN HOCA

Rasim Özderen

8.02.2001 – Yeni Şafak


Bizim onunla görüşmelerimiz sanıyorum sayılıdır. Böyle olmakla birlikte, onun öğrencileriyle karşılaştığım her defasında ondan bana selam getirirlerdi. Ben de elbette mukabil selamlarımı ve saygılarımı iletmeyi ihmal etmezdim. Onunla ilk kez nerede, ne zaman, nasıl karşılaştığımı ve tanıştığımı hatırlamıyorum. Çünkü her nerede idiyse, her ne şart altında idiyse ve her nasıl idiyse, o ilk karşılaştığımız anda bile, birbirimizi evvelden beri tanıyormuşuz gibi olmuştur. Nitekim çok sonraları, onun İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okurken, o tarihte Bakırcılar’da bulunan İbnül Emin Mahmut Kemal İnal Öğrenci Yurdu’nda kaldığını öğrenmiştim. Sürekli olmamakla birlikte zaman zaman ve bilhassa sınav dönemlerinde, fakültemize yakın olan o yurtta ben de kalırdım. Nuri Pakdil, Erdem Bayazıt, Servet Armağan ve daha başka arkadaşlar da aynı yurtta kalıyordu.

Fakat bizim asıl ünsiyetimiz Ankara’da oldu. 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren biz Mavera dergisini çıkartıyor ve Akabe yayınevini yürütüyorduk. Erdem, Mavera’nın yanında bir de iki veya üç aylık bir bilimsel dergi çıkartmamızı öneriyordu. Bir defasında Es’ad Hocamızın da hazır bulunduğu bir toplantıda, gene böyle bir derginin gerekliliğinden bahsetti. Birkaç ay sonra Es’ad Hocamızın, kendisini ifşa etmeksizin öğrencileri marifetiyle İslâm adını taşıyan dergisini çıkarttığına tanık oluyorduk. Bir süre sonra da “Bilim ve Sanat” adını taşıyan ve bilimsel kimliği ağır basan dergiyi çıkarttığını görüyorduk. Bu iki dergi tecrübesi, Es’ad Hocamızın, bu tür teşebbüsleri kuvvede bırakmadığını, fakat daima fiiliyata intikal ettirdiğini gösteriyordu.

Aynı yıllarda, içinde Es’ad Hocamızın da bulunduğu bir grup arkadaşla günlük bir gazete çıkartma tasarımız oluşmuştu. Bu gazetenin çıkartılmasıyla ilgili olarak muhtelif toplantılar yapıldı, hatta bir arkadaşımızın hazırladığı fizibilite raporu üzerinde müzakereler yapıldı ve son bir görüşme de bizim fakirhanede gerçekleştirildi. Erdem’in (Bayazıt), Akif’in (İnan), benim, bu konuda bazı çekincelerimiz vardı. Ya başarısız olursak, ya gazeteyi batırırsak, insanlara olan borcumuzu nasıl öderiz, diyorduk. Neticede bahsi geçen toplantıda tereddütlerimizi ortaya koyduk. Akif sözü alarak: “Hocam, dedi, bizim insanımız şimdiye kadar çok kandırıldı. Bunlardan bazıları masumdu, ama bazıları da kasıtlıydı.

Şimdi biz bu gazeteyi batırırsak, hem insanlarımızın itimadını sarsmış olacağız, hem de kendi itibarımızı sarsacağız. Mazallah böyle bir neticeyle karşılaşırsak bu insanlara herhangi bir konuda bir daha müracaat etmeye kimsenin yüzü olmayacak!” Akif sözlerini bitirir bitirmez Es’ad Hocamız da şu cümleyi söyledi: “Eğer biz bu teşebbüsün içine itibarımızı da sermaye olarak koymuyorsak, başka koyacak sermayemiz mi var? Endişe etmeyin, bizim insanımızın bizi anlayacak feraseti vardır!” Hocamızın bu sözü hepimize cesaret verdi. Fakat o teşebbüs, sonradan başka sebeplerle akim kaldı.

İçinde yer aldığı veya bizzat inisiye ettiği her teşebbüste, itibarını sermaye olarak koyma şiarı, bence onun şahsiyetini anlamada esaslı bir kıstas sayılmalıdır. Ona ve O’nun yüzüsuyu hürmetine hepimize Allah’ın rahmetini diliyorum.
 

içindekiler | ana sayfa