DEVLET DEDİĞİN DİRİ İLE KAVGALI, ÖLÜ İLE BARIŞIK OLMALI

Nuh Gönültaş 

Zaman


Türkiye’de özel anlamda tarikat–devlet, genel anlamda ise “devlet–din” ilişkileri sağlıksızdır. Bu ilişkide belirleyici olan, kesinlikle ve kesinlikle laiklik ilkesine aykırı olmasına rağmen devlettir. Onlar, dini önderler, her zaman için devletin tehdit konseptinde “birinci tehdit” olarak kalmışlardır. Ne PKK terörü, ne enflasyon, ne yolsuzluk tehdit sıralamasında onların önüne geçememiştir! Devlet içeride onlara huzur vermez.

Olağanüstü dönemlerde, ara rejimlerde “ilk önce tutuklanacaklar” arasında onların adı vardır. Zaman zaman evleri, dergahları, mahrem hayatları basılır ve onlar takkeleri, cübbeleri, sarıkları, tesbihleri ile birlikte karakola götürülürler. Kameraların karşısına çıkarılmadan önce yorgun, bitkin düşmeleri sağlanır. Görüntünün kötü, uzaklaştırıcı, soğutucu ve biçimsiz olması için sakallarının uzaması, şekilsiz bir hal alması beklenir.

Oralarda önüne gelen herkes onlara din dersi vermeye kalkışır. Etrafındaki sevenlerine, dostlarına, arkadaşlarına, talebelerine, müridlerine hiçbir zaman kaba kuvvet, şiddet, silahlı kalkışma önermemesine rağmen, onlar her zaman bu tür işleri yapıyorlarmışçasına diken üzerinde tutulur. Arada bir gazete manşetlerine taşınıp sindirilmeye çalışılırlar. Ne ilginçtir, onların hinterlandında bulunan herkes vatan sevgisini, millet sevgisini, din duygusu ile beraber taşırlar yüreklerinde. Ancak artık adını dahi ağzıma almaya, sütunuma yazmaya hiçbir şekilde layık görmediğim malum dönem sonrası her biri birer birer bu topraklardan çıkmaya zorlandılar.

Belki ilgisizliğimden olacak, Es’ad Coşan Hocaefendi’nin Avustralya’ya kadar gittiğini onun ölümü ile birlikte öğrendim. Ne kadar uzağa gitmişsiniz efendim! Yakınımdaki hocaefendilerden biliyorum. Onları vatanlarından uzaklaştırmak onlara verilebilecek en büyük cezadır. Her biri bir yabancı ülkede, ezan sesine hasret, bulundukları toprakları pek de içlerine sindiremeseler de, Allah’ın emanetini alacağı zamana kadar yaşamak mecburiyetiyle, Avustralya’da, Amerika’da ve daha bilmem nerelerde hayatlarını dostlarından, sevdiklerin-den uzakta sürdürmeye zorlanıyorlar. Bu insanlara reva mı bu? Hayatını sürdürürken her türlü baskıyı uygula ve hatta onları bir nevi sürgüne gönder. Ölünce de son isteklerini yerine getir. Bu bana, idama mahkûm edilen kişinin son arzusunu ne olursa olsun yerine getirmek gibi geliyor.

Es’ad Coşan Hocaefendi kendisine ve cemaatine yönelik baskılardan dolayı 4 yıldan bu yana vatanından uzaklarda yaşıyordu. Şimdi devlet ona bir “kıyak” geçiyor ve arzusu üzerine, Bakanlar Kurulu kararı ile Süleymaniye Camii avlusuna gömülmesine izin veriyor. Dışişlerimiz de haklı olarak, Bakanlar Kurulu kararına uymak için seferber oluyor. Sydney başkonsolosumuz devreye giriyor. Görüyorsunuz, Türkiye’de devlet dine saygılı. Öyle bir kısım devlet düşmanlarının dediği gibi “laikliği dinsizlik gibi” uygulamıyor. Din adamlarına, alimlere hürmet ediyor!

Şimdi sorulması gereken soru şu: Peki ne zaman?

“Tabii ki öldükten sonra.”

Çünkü “en iyi şeyh ölü şeyhtir!”

Kimine göre bu bile fazla.

“Damadın damadına bile Süleymaniye” manşetini atanlar da bir gün ölecek elbet. Çünkü kabir kapısını kapatamıyoruz. İki ölü arasındaki fark; birisi öldükten sonra arkasından binler, onbinler Kur’an okuyor, dua ediyor, salavat getiriyor. Yaptıkları iyilikleri ile yad ediliyor, amel defterleri kapanmıyor, kıyamete kadar açık kalıyor. Ötekinin ise...
 

içindekiler | ana sayfa