CENAZE DEFNİNDE LAİKLİK KAVGASİ

Süleyman Arif Emre [email protected]
11.2.2001 Milli Gazete

Avustralyada geçirdikleri elim bir trafik kazası neticesinde vefat eden Prof. Esat Coşan ile damadı. Ali Yücel Uyarel’in cenazeleri dün Eyüp Sultan’da toprağa verildi. Kendilerine Allah’tan gani gani rahmet, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı dileriz. Bilindiği gibi Cenazeler vefat ettikleri Avustralya’da toprağa verilecekti. Bakanlar Kurulu’nun Süleymaniye Camii’nin haziresinde toprağa verilmelerine izin veren kararnamesi imzaya açılınca, yurda getirildiler. Zira daha önce başka kimseler için de Bakanlar Kurulu buna benzer izinler vermiş, sayın Cumhurbaşkanı da bu kararları onamıştı. Şüphesiz ki, bu türlü taleplerin kabul edilmesi devletimizin bir cemil kârlığı ve müteveffa yakınlarına karşı gösterdiği bir âlicenaplıktır. İnsani bir hassasasiyetin gereği olan bir yaklaşımdır. Amma vekalin, tam bu sırada her işte laiklik kavgası çıkartmayı bir ilericilik ve bir modernlik farzetmek gibi bir saplantıya kendilerini kaptırmış olan çevreler büyük gürültü kopardılar, laiklik elden gidiyor diyerek, rejim telikede sinyalleri vermeye başladılar.

Bu propagandalar, kararnamenin köşkten geri çevrilmesinde etkili oldu. Geri çevirme gerekçeleri ne şekilde olursa olsun bu davranış, kamuoyunda Devletin geri adım atması şeklinde algılandı.Bu kanaat üzüntülü ve yaralı gönüllere ikinci bir ıstırap çivisi olarak çakıldı. Bu aşamada, ne yapılması gerekir diye çözüm bana bırakılsaydı, ibreti alem için, cenazeleri tekrar vefat ettikleri ülkeye götürün, orata toprağa verin, zaten dinimizin icabı da budur derdim. Halbuki, laikliğin savuncusu rolünü üslenenler de olaya hoşgörü ile yaklaşsalar olumlu davransalar, cenaze yakınlarına ve müteveffa ilim adamlarına karşı katı ve haşin davranmayıp, alicenaplık gösterselerdi, iç barışa katkıda bulunmuş olacaklar bu nahoş sounçlar doğmayacaktı. Bu ve buna benzer olaylar üzerinde çıkan tartışmaların sebebi insan hakları konusunda henüz bir müşterek anlayışa bir sosyal uzlaşmaya varamamış olmamızdır. Bir tarafta fikir, vicdan ve inanç hak ve hürriyetlerinde dünya standartlarına kavuşmak, dünyada bu alanda gerçekleşen gelişmeleri ülkemizde de hayata geçirmek isteyenler var.

Devletimiz İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni kabul etmiş, İnsan Hakları Avurpa sözleşmesine imza atarak iç hukukumuzun vazgeçimez bir parçası saymışlar. Diğer tarafta ise Fikir, vicdan ve inanç hak ve hürriyetleri konusunda bundan 70 sene öncesinin dar ve katı kalıplarına sıkışmış statükoyu metazori devam ettirmek isteyenler var. İktidarlar ergeç insan haklarında batı standardlarına geçeceğiz diye bu defin olayında olduğu gibi zaman zaman uygulamalarında toleranslı ve hürriyetlere karşı saygılı davranıyorlar. Fakat statükocuların öfkeli ve acımasız tavırları karşısında hevesleri ve şevkleri kırılıyor, zevahire boyun eğiyorlar. Şu halimizle iki cami arasında kalmış beynamaz gibiyiz. Mesela Mes’ud bey İnsan Hakları konusunda Mecliste cesurane konuşmalar yapıyor bütün tabuların yıkılacağından Antidemokratik kanunların değişeceğinden bahsediyor. FP’li milletvekillerinin bile alkışlarını alıyor. Lakin statükocular kaş çatınca yelkenleri suya indiriyor, uzun süre ses çıkartmıyor. İşaret ettiğimiz gibi bütün dünyada zihniyet değişikliği olmuş, ABD başkanı ülkesindeki müslüman toplulukların liderlerine iftar yemeği veriyor.

ABD ordusunda oruç tutan, namaz kılan müslüman askerlere geniş serbesti tanınmasına dair kararlar çıkartıyor. Başörtüsü takma imkanı tanıyor. Avrupa ülkelerinde de benzeri uygulamalar sergileniyor, mesela teröre başvurmadığı sürece siyasi partiler asla kapıtalamaz prensibini kabul ediyor ve bu prensibi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin II.inci maddesine yazıyor. Ama biz, nutuklarda merasimlerde bu görüşleri alkışladığmız, bunları biz de uygulayacağız dediğimiz halde, hala partilerin kapatılması için dava üstüne dava açılıyor. Şüphesiz ki, bu bir bocalama şaşkınlık devresidir.

Bu böyle devam edemez, ettirilemez. Ne yapıp yapıp diğer ülkelerin insanları hak ve hürriyetlere layıktır ama, bizim insanımız henüz buna hazır değildir saplantısından kurtulmak, Siyasal ve sosyal alanlarda dünya standartlarını sadece sözde değil özde ve uygulamada hayata geçirmek zorundayız. Bütün dünyada devletlerin; dinine, inancına bağlı insana ve bu konuda teşekkül etmiş olan sivil topluluklara bakış açısı değişmiş olduğu halde, bizde hala peşin hükümlü yargısız infaz metodları uygulanıyor. Uygulamanın da ötesinde bir de üstelik yargısız ve savunmasız olarak inancına bağlı olanların işlerinden atılmasını öngören antidemokratik yasalar çıkartılmak isteniyor.

Meclis içtüzüğünün apar topar değiştirilmesinin, muhalefetin sesinin kısılmak istenmesinin sebepleri arasında ve belki de enbaşta olan saik budur. Tekke ve zaviyeler hür ve serbest düşünceye engel oluyor diye kapatıldı ama, Laikliği bundan bir asır öncesinin dar kalıpları içinde anlayanların, Anayasanın Laiklikten, gayri hükümlerini adeta yok farzederek bir fikri sabite saplananların içine düşmüş oldukları tekke ve zaviyeler maalesef kapatılamadı. Hâlâ ülkemizi bir asır gerilere götürüp hak ve hürriyetleri kısıtlama çabaları devam ediyor. Taassubunun her türlüsü zararlıdır. Her türlüsü ayakbağıdır. Önce zihinlerde ve zihniyetlerde değişim yapmak, ifratlardan, tefritlerden kurtulmak gerekir. Zira medenileşmek demek, insan hak ve hürriyetlerine uygulamada daha fazla yer vermek demektir. Aksi taktirde Avrupa Birliği başta olmak üzere bütün dünya bizi dışlamaya devam edecektir. Bunun sonu ise her bakımdan hüsrandır. Hezimettir.

içindekiler | ana sayfa