YUMURTAYI HANGİ UCUNDAN TOKUŞTURALIM?

Mahmut Nedim HAZAR
11.2.2001 Zaman

Bu televizyon denen alet, eğlence ve malayaniyat alemiyle o kadar entegre oldu ki, artık en ciddi programlarda bile, misal ana haber bültenlerinde bile insanın kucağına kese kağıdı dolusu mısır cipsi alarak izleme ihtiyacı hissediyor.. Hadi özel hayatın ve insani olan her şeyin iğdiş edildiği magazin programlarını ‘es’ geçtik, pekiyi ciddi tartışma programı denen ve adeta bir spor müsabakasına dönüştürülen yayınlara ne demeli? Olaya bakın: Konu başlığı tarikatlar. Konuşmacılar, bir iki önyargılı yarım–yamalak tarihçi, bir tiyatrocu, Ali Rıza Demircan ve yazarımız Hüseyin Gülerce.. Nerede mezhepler tarihi uzmanları, nerede tarikat uzmanları, nerede tartışmanın gündeme gelmesine sebep olan Esad Coşan Hocaefendi’yi ve misyonunu anlamış bir tek Allah’ın kulu? Yok, yok, yok..

Peki ne var? Kavga, aşağılama, düdük sesi, saçma sapan cehalet şovları, vesaire.. Tarikatı tartışan adamların, tarikat aleyhine kitap yazan aydın geçinen müstemleke aydınlarının ‘kâlûbelâ’ kelimesine ‘hö’ diye hırıltı çıkararak tepki vermesini mi istersiniz, ‘Peygamberi mümin olarak ayrı değerlendirir ve mükemmel bulurum; ama bilim adamı olarak ayrı.’ diyen müsteşrik mantığı mı? Bunların bir üst ve daha gergin modelleri var bir de.. Onların durumu daha vahim..

Kimi, ‘Bu sene de kurban bayramı hac mevsimine denk geldi.’ diyor, kimisi ‘İmam Sübhaneke’yi yanlış okuyor’ kıvırmasını yapıyor. Bir başkası ise ‘Emsile’yi, Bina’yı dinledikten sonra, ‘Ayol bizde para mı var bina yapalım...’ dercesine bakıyor yüzümüze yüzümüze.. Elbette istisnalar var. Şahsen NTV ve Kanal 7’de yayınlanan aynı içerikli tartışma programlarını büyük bir keyifle ve bilgilenerek izledim..

Allahaşkına söyler misiniz, bahsini ettiğim birinci tür tartışma daha doğrusu kapıştırma programlarından ne gibi bir kazanımla çıkıyoruz? Mesela saatler boyu süren dalaşı izledikten sonra, kendilerine Atatürkçü süsü veren fanatizmin körüklediği gözü dönmüş gençlere, ‘De bakayım evladım Nakşilik ne demek?’ diye sorduğumuzda ne cevap alabiliriz acaba? Zaten bu yumuşaklığı gören tek tipçi dernek ve kuruluşlar da, organize bir şekilde bu tür programları mesken edinmiş durumdalar.

Siyaset Meydanı’nın başlattığı tek tipçilik artık bir televizyon geleneği haline geldi. Programdan önce ne diyeceklerini, kimi susturacaklarını, kimi provoke edeceklerini kurgulayan derneğin militarize gençleri akılları sıra propaganda yaptıklarını sanıyorlar üstelik.. Ama tepkinin nasıl olduğunu onlar da, televizyoncular da biliyor.. Bu tür tartışma programlarından ya direkt ya da dolaylı olarak davet aldığımda (Mesela son tarikat programına bile dolaylı olarak davet edildiğim halde Diyanet İşleri mensubu olmadığım için katılamayacağımı belirttim.) intihar etme heveslisi olmadığımı söylüyorum mizahi bir tarzda..

Zira çok iyi biliyorum ki; allame–i cihan olsanız bile oradaki militan katılımcılar ve izleyiciler tek kelime ettirmeyecek, sunucunun zaten anlamak gibi bir derdi yok. Öyleyse neyi, niye, kime anlatacaksınız ki? Bırakınız yumurtanın kırılacak ucunu onlar kendi denkleriyle araştırsınlar... Çupi ve Kabaklı En nefret ettiğim şeydir, 'tencere dibin kara, seninki benden kara' mantığı; ama inanın bu ülkede algıların sertlik ve kalınlık durumu o kadar korkunç ki, mecburen bu yöntemi kullanıyoruz. Yaşamı boyunca devlet ve millet aleyhine tek cümle etmemiş merhum Esad Coşan'ı inanca duydukları alerjiden dolayı 'recm'etmeye çalışanlar, şimdi Nazım Hikmet'i tekrar vatandaş yapmak için var güçleriyle çalışıyorlar.

Hatırlayın O Nazım Hikmet ki, ‘Beni Stalin yarattı' demişti. Bu ikiyüzlülük ve arsızlıktan dolayıdır ki, İslam Çupi için (haklı olarak) gözyaşı dökenler, bu ülkede muharrir geleneğinin en önemli ismi Ahmet Kabaklı'nın vefatını görmediler bile! Dip koçan 'Kellenin kesilmesi lazım.' demişti bir fanatik, Tv tartışmasında.. Ülkenin içinde bulunduğu karamsarlığın tespiti açısından çok önemli bir ipucuydu bence bu.. Üstelik medyaya baktığımızda bu kin, nefret ve insanlık dışı bakış açısının dip koçanlarını da görmek mümkün.

En ahlaksız ve seciye olarak en alt düzeylerde gezinen insanlar bile ölmüş kişilerin arkasından konuşurken, asgari insan olmanın gereğini düşünürken, artık demode kalmış marjinal fikrin gözükara savunucusu gazetelerin yazar–çizer takımı rahatlıkla 'hayvan' diyebiliyor, 'mikrop, çıyan, yılan' diyebiliyor.. Bakın şu cümlelere; 'İnsanlığın nerede başlayıp hayvanlığın nerede bittiğini kestirmek güç.. İnsan ne zaman dikilip ayağa kalkmış?.. Fosillerden anlaşılıyor; ama, günümüzde bile dört ayaklı insan pek çok!.. Kimisi de sürüngen, kimisi sürünüyor, kimi bugün bile maymunsu, kimi insanımsı, kimi insansı, kimi düpedüz hayvan...

Evrim kuramı tersine mi döndü?.. İslam uygarlığının Süleymaniye'sini (Cami demek zoruna gidiyor sayın yazarın. MNH) tarikat dergâhına çevirmek, insanlığın ve Müslümanlığın ortak anıtını şeyhlerin ve politikacıların tekkesine dönüştürmek yolunda siyaset yapanlar, insanlığın hangi evresindedirler, söyler misiniz?..' Kelimelerin üzerine oturduğu kin ve nefret platformunu gizlemeye yetmiyor yazarın demode vülgarizasyon çabası. Daha beteri var maalesef. Sırf inancı gereği karşı olduğu merhum biri için 'mikrop' diyen artık nasıl niteleyeceğimi bilmediğim şahıslar var..

Okuyun hele: 'Türkiye Cumhuriyeti'nin korunması gerekli kültür varlığı ve Birleşmiş Milletler'in dünya kültür mirası saydığı anıtsal bir yapının bahçesine tarikat şeyhlerinin ve yandaşlarının gömülmesine Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'nun 211. maddesine dayanılarak izin verilmesi 'fevkalade hal'in ne olduğunu göstermektedir. Bu hal, bazı kişilerin mezara kadar taşıdığı çok pis bir mikroptur ve Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'nda sözü edilen frengi, veba, kuduz gibi mikroplardan daha tehlikelidir. Bu nedenle mikrobun görüldüğü münferit vakalarda bile 'fevkalade hal' söz konusu olmakta ve bu bakımdan mikrobun asri mezarlıklara dahi sokulmadan ayrı bir yerde gömülmesi gerekmektedir... Gömün gitsin!'

Cenaze namazındaki tekbiri eleştirip hayretle karşılayan medya ile beslenen çoluk çocuğun ekranda elinde giyotinle dolaşması tuhaf değil ki! Hortum hortum eylemişler bankayı En çok neye şaşırıyorum biliyor musunuz? Hortumcuların, dolandırıcıların ahkam kesmesine, ahlaktan, namustan ve vatanseverlikten bahsetmelerine. 28 Şubat’ın infaz emrini Malta açıklarında gemi sürüş testinde verenler, bugün ahlak dersi verip, din büyüklerine pislik atmaya çabalıyorlar.. Yazılarını okurken hayret ettiğimi gören dostum şöyle dedi: 'Yahu niye şaşırıyorsun, adamların hazneleri muzahrafat dolu, o kadar haram, yetim hakkı, milletin malını yediler, bu milletin değerlerine pislemeye çalışarak rahatlıyorlar..' Sanki Esad Coşan Tv kanalı kurmuş da, banka hortumlamış gibi sunmaları bu yüzden işte!

içindekiler | ana sayfa