ASIL SORUN: "SİYASİ TARİKATLAR"

Kürşad Bumin [email protected]
12.02.2001 Yeni Şafak

Cumartesi günü yayımlanan yazımda oyumun rengini söylemiştim: Cumhurbaşkanı Sezer'in Es'ad Coşan ve damadının Süleymaniye hazîresine defnedilmesine izin veren hükümet kararnamesini veto etmesinin hiç değilse şu yararı vardı: "Toplum"u ve "toplumsal" olanı tanımayan ülke "siyaseti"nin "ikiyüzlü" davranışına izin verilmemiştir. Sezer'in kendisinin "toplum"u ve "toplumsal"ı tanıyan, onsuz edemeyen bir siyaseti tercih ettiğini; dolayısıyla bu vetonun Cumhurbaşkanı'nın bu yöndeki ilkesel tercihinden kaynaklandığını ileri sürecek değilim. Tam tersine, Cumhurbaşkanı Sezer'in laiklik ilkesinin anayasaya girişinin 64. yıldönümü dolayısıyla yayınladığı mesajdan anlaşıldığına göre, bu yönde bırakın ümitli olmayı, hepten karamsar olmamız için elimizde yeterli malzeme vardır. Cumartesi Nazlı Ilıcak'ın da belirttiği gibi, bu yıldönümü mesajında şu türden cümleleri (ne yazık ki) görebiliyorduk: "Dünya yaşamını din kurallarının etkisinden kurtarıp bilim ve aklın egemenliğine bırakan laiklik ilkesi, çağdaş dünyanın vazgeçilmez temellerinden biridir."

Bana sorarsanız, "Cumhurbaşkanı çok yanılıyor" derim. "Dünya yaşamını din kurallarından kurtarıp bilim ve aklın egemenliğine bırakmak" gibi tamamen yanlış bir "militan laiklik" tanımı bırakın çağdaşımız olan Batı ülkelerini, laiklik savaşının en şiddetli yaşandığı Fransa'daki "III. Cumhuriyet" döneminde bile telaffuz edilmemiştir. Telaffuz edilmemesinin nedeni de çok açıktır: Din kurallarının "dünya yaşamı" dışında bir yaşamda "etkili olmaları" mümkün değildir ki! Eğer Cumhurbaşkanı, "din kuralları"nın "etkili" olması gereken "yaşam" olarak "öte dünya"yı gösteriyorsa, bu da olacak iş değildir.

Hiçbir tek tanrılı din "öte dünya"da "etkili" olacak "din kuralları"ndan söz etmiyor ki! Bütün dinler tabii ki, burada, yani Cumhurbaşkanı'nın "Dünya yaşamı" dediği yerde kurallarını etkili hale getirmeye çalışacaktır... "Dünya yaşamı" son bulduktan sonra kim nasıl, niçin, "din kuralları"nı uygulayacak!

Demek ki, Cumhurbaşkanı'nın vetosu, kendisinin de belirttiği gibi, tamamen Anayasa'nın 10. maddesinde hükme bağlanan "eşitlik" ilkesi çerçevesinde alınan bir karardır. Ama herşeye rağmen bu veto belki de siyasiler için bir fırsattır. "Toplum" ve "toplumsal"a kayıtsız davranmıyor "gibi" yaparak durumu idare etmeye çalışan, tarikatlar konusu ve sorunuyla açıkça yüzleşmekten kaçıp milyonlarca insanın hassasiyetini kendi "siyasi tarikatları" için istismar eden siyasiler için bir fırsat... "Tutarlılık" tek başına bir değer olmasa da, "tutarsızlıklar"dan geçilmeyen bir ülkede yine de epeyce bir şeydir. Cumhurbaşkanı hiç değilse tutarlı davranmıştır. Şimdi sıra ülkenin siyasetçilerinde... Bakalım onlar da, "bir ileri iki geri ilerleyerek" tanır gibi yaptıkları toplumsal gerçekle açıkça nasıl yüzleşecekler?

Cumartesi günkü yazımda da belirttiğim gibi, herşeyden önce karşı karşıya bulunduğumuz toplumsal gerçek anlaşılmalı ve dile getirilmelidir. Eğer bir ülkede mevcut tarikatları anlamaya yönelik çok sınırlı sayıda araştırma varsa; ve zaten bunlardan birisi Manchester Üniversitesi'nden (Dr. Emin Yaşar Demirci: "Modernleşme, Din ve Siyaset: İskenderpaşa Cemaati") bir diğeri 1997 yılında Nakşibendilik üzerine İstanbul'da bulunan "İsveç Araştırma Enstitüsü"nde birkaç gün süren bir toplantıdan çıkmışsa, etrafımızda olup biteni "anlamak" için ne derece gayretli olduğumuzu varın siz anlayın! Etrafımızda neler olup bittiğini, nasıl bir toplumda yaşadığımızı "anlamak" herkes için büyük bir ihtiyaçtır. Cumhurbaşkanı için de, hükümet ve siyasi partiler için de, üniversiteler ve medya için de...

"Nasıl bir toplum olmalıyız?" sorusundan önce, yasaksız bir tartışma ortamında "Biz kimiz?" sorusuna cevap aramamız gerekmez mi?

içindekiler | ana sayfa