SAĞDUYU GAZETESİ

İbrahim Tenekeci [email protected]
12.2.2001 Milli Gazete

Hocaefendi’nin vefatından sonra, birçok yayın organında İskenderpaşa Cemaati’nin icraatları uzun uzadıya anlatıldı. Bu icraatlar arasında Kadın ve Aile, İslam, İlim-Sanat, Akra FM, Ak TV yer alırken; ne hikmetse Sağduyu gazetesinin ismi hiç zikredilmedi. (Hoş, Sağduyu gazetesinin ismi, gazetenin sağlığında da hiç zikredilmemişti.) Sağduyu Gazetesi, bana göre bu cemaatin en ciddi yayın girişimiydi ve bir avuç azimli insanın çabalarıyla yayına hazırlanıyordu. Son dönemlerde (her ne kadar taban denilen şey, gazeteyi desteklemese de...) gazetenin satışı net onüç bine yükselmişti ve bu da genç bir gazete için hiç de fena bir rakam değildi. Sağduyu gazetesini yayına hazırlayan ekip, bir kaç istisna hariç, tamamen gençlerden oluşuyordu ve gazetenin yaş ortalaması, oda sıcaklığının bile altındaydı.

Gazetenin omurgasını oluşturan Fuat Atik, Naim Güleç, Bahadır Celepoğlu, Özlem Cengiz, Songül Seda Lenger, Arslan Bakır, Saliha Kocacenk... gibi isimler ortalama yirmibeş yaşındaydı ve gerçekten de iyi işler çıkarıyorlardı. Eğer birbirimize karşı takındığımız o suskun ve adil olmayan tavır, Sağduyu gazetesine karşı takınılmasaydı, eminim gazete şu anda yayın hayatına devam ediyor olacaktı. Bizlere küfreden insanlara bile çarşaf çarşaf yer ayırırken, Sağduyu gazetesini kimsenin görmemesi, ne kadar acı...

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı olduğunda, bizimkileri bir sevinç aldı ki, sormayın. Köşe yazarlarımız ve yayın organlarımız hukuktan, adaletten, şundan bundan bahsetmeye başladılar. Ben ise o dönemde “Sezer’in kapalı kutu olduğunu ve kapalı kutulara karşı her zaman temkinli olmamız gerektiğini” söylemiştim. Nitekim öyle oldu. Sayın Sezer, kendisini destekleyen cenahın ağzına bir kaç parmak bal çaldıktan sonra, diğerleri gibi davranmaya başladı.

Örneğin YÖK’e atadığı son iki aday, Müslümanlara salya sümük saldıran Aydınlık gazetesinin iki elemanı değil mi? Bu iki isim, Vural Savaş’ın “militan demokrasi”sini hararetle savunmuyorlar mıydı? Hadi, bunu hoşgördük diyelim. Daha önce altı kez imzaladığı defin kararnamelerini unutarak, Esad Coşan Hocaefendi’yle ilgili kararnameyi imzalamamasına ne demeli?

Basınla arası olmadığı iddia edilen Sezer, bir cenaze olayını mesele haline getirenlere inat, bu kararnameyi imzalamalı; artık Türkiye’de medyanın değil de, devlet adamlarının sözünün geçtiğini dost düşman herkese göstermeliydi. Fakat bunu da yapmadı ve yıllardır ülkemizi karıştıranlara, bir kez daha sevinme fırsatı tanıdı. (Hayatı camii ve çevresinde geçen bir insanın, camii bahçesine gömülmesinden daha doğal ne olabilir?) Fazla söze gerek yok. Kendisini “tutarsızlıklar kralı” olarak tanımladığım Mesut Yılmaz bile, Sezer’i “tutarsızlıkla” suçluyorsa, gerisini siz düşünün artık.

içindekiler | ana sayfa