GURBETTE VUSLATZaman
6,7,8 Şubat 2001
En son ahireti anlattı
“60 yıl, 70 yıl, 80 yıl yaşıyoruz. Bir kısmı çocukluk, bir kısmı uyku, bir kısmı da telaş. Ne olacak, kıymeti yok! Mühim olan ahireti kazanmak. Cenneti kazananlara ne mutlu! Cenneti kaybedenlere ne yazık! Ahiretin hayrını kazanmak için ne yapmamız gerekiyorsa, onları yapalım!” Kazadan üç gün önce (2 Şubat) arkadaşının evinde sevenleriyle bir araya gelen Coşan, ev sahibinden hadis kitabından bir sayfa açmasını istedi. Açılan sayfada çıkan hadis adeta Coşan’ın ötelere yolculuğuna işaret eder gibiydi.
“Asıl hayır ahiret hayrı” hadisini Coşan şöyle izah etmişti: “Peygamber Efendimiz (sas) şöyle dua etmiş: ‘Ey benim Allahım! (Lâ hayra) Hiçbir hayır yok, (illâ hayrül–âhireh) ancak ahiretin hayrı var.’ Evet dünyada da insan bazı hayırlara eriyor, nimetlere mazhar oluyor ama, dünya çok kısa... Ahiret sonsuz olunca, sonsuzun yanında asırlar bile kısa kalır. Çok kısa küçük hayırcıklar, az bir şey. Asıl hayır ahiret hayrı...
Ayetlerle kabri izah etti Coşan, 26 Ocak Cuma günü de “Kabir hayatı” konulu sohbetinde şunları anlatmıştı: “Peygamber Efendimiz (sas): “Muhakkak ki mü’min olan, imanlı olan kul,”İzâ harace min kabrihî” kabrinden kalktığı zaman... Tabii ne zaman kalkacak, İsrafil (as) sura üfleyecek birinci defa sura üflediği zaman “ennefhatül ûlâ” kıyamet kopacak. Ay ve yıldızlar dökülecekler. Ay, güneş birbirine karışacak. Denizler yarılacak, dağlar hallaç pamuğu gibi atılacak. Korkunç kıyamet halleri.
Sura ikinci defa üflenince de insanlar kabirden kalkacak. “Fe izâ nüfiha fîyhi uhrâ fe izâhum kıyâmun yenzurun” (Zümer Suresi 68) İşte bu ikinci kez sura üfürüldükten sonra insanlar ahiret aleminde kabirden kalktığı zaman, “Suvvira lehû amelûhû” mü’min kulun dünyada işlediği amelleri; iyilikler, kötülükler her türlü icraat ve ameli tasvir olunur. Öyle bir suretle karşısına çıkartılır,” fî sûratin hasenetin” güzel bir şekil ile, güzel bir görünüm ile, güzel bir insan suretinde karşısına çıkartılır. Halbuki amelleri, bütün ömrü boyunca yaptığı ibadetler, namazlar, oruçlar, zikirler, tesbihler, hayırlar, hasenat, hayrat, sadaka–ı cariyeler vs.
Ama Cenab–ı Hak bütün bu manevi sonuca amellerinin hepsine böyle güzel bir insan sureti verir, “Ve şâratin hasenetin” güzel bir kıyafet içinde, güzel bir elbise giymiş, gösterişli, alımlı, sevimli, güzel bir insan suretinde karşısına çıkartır amelini Allah–u Teala Hazretleri. İyi amel cennet kılavuzu “Feyekûlu lehû mâ ente” Bu kul der ki;– Sen neyin nesisin. “Fevallâhi innî leerâke imra’es sıdkı” Allah (cc)’a yemin olsun ki ben seni, sıdkı sadakat sahibi, iyi güzel bir insan olarak görüyorum. Bende öyle bir intiba uyandırıyorsun. “Feyekûlu ene ameluke” O da der ki;– Ben senin dünyadaki işlediğin amellerinim. Yani amel; iş, dünyadaki bütün işlerinin sonucu.
İnsan bir ömür boyu yaşıyor seyyiatıyla hasenatıyla, dünyadaki ameli toplam ameli. “Fe yekûnu lehû nûran” Ve bu kendisine nur, aydınlatır. Çünkü anlaşılıyor ki ahirette bazı insanlar karanlıklarda kalacak. Zalimler mesela; “Ez–zulmu zulumâtin” kıyamet gününde karanlıkta kalacak. Sonra mü’minler Sırat’ı geçerken amelleri nur olacak. Aman yarı yolda sönüvermesin, bu tehlikeli yolda, cehenneme düşmeyelim diye “Rabbena etmim lenâ nuranâ” (Tahrim Suresi 8) diye Allah (cc)a yalvaracak mü’minler. Demek ki, ameli nur olacak ve ışıl ışıl etrafı aydınlatacak. “Ev kâiden” Yahut bir başka deyişle kılavuz olacak sevk edici olacak, sürücü olacak,”İlel cenneti” cennete götüren bir kılavuz. Haydi düş peşime, bak ben sana yolunu aydınlatıyorum diye insan suretinde onu ameli cennete götürecek.
Çünkü insanoğlu, bizler etrafımızdaki olayları kendi alıştığımız, bildiğimiz varlıklar şeklinde algılıyoruz da, Cenab–ı Hak da bize o şekilde suretlendiriyor. Yurtdışına teşvik ediyordu Hayatının son üç buçuk yılını Avustralya’da geçiren Coşan, yurtdışı hizmetlerine çok önem veriyordu.
Sevdiklerini sürekli dışarıda hizmete teşvik eden Coşan’ın eniştesi Mustafa Ballı (61) yaşadığı acıyı ZAMAN’la paylaşırken bu yönünü de anlattı: Hocaefendi topluma mal olmuş bir insandı. Yakını olarak hissî şeyler söyleyebilirim ama toplumun her kesimi tarafından benimsenmiş ılımlı mutedil bir insandı. Hizmetlerinde aşırıya kaçmazdı. İfadeleri daima yumuşaktı, sevecendi. Bulunduğu vazifenin dışında son derece arkadaş canlısıydı. Yola gittiğinizde onunla top da oynayabilirdiniz, müzik de dinleyebilirdiniz. Tutucu bir yapıya sahip değildi. İnsan ilişkilerinde mutaassıp değildi. Mesela yurtdışına çok çıkması eleştirilirdi. Bir gün ‘yurtdışı gezilerinde Türkiye’yi ihmal ettiği” şeklindeki eleştirileri aktarmıştım. Bunun bir zevk olmadığını, evinden başka bir yerde ne kadar konforlu olsa da rahat edemeyeceğini belirtmişti. Enerjisi var iken bunu sonuna kadar kullanması gerektiğini söylemişti.
Ve şöyle demişti: “Ticarette küreselleşme olduğu gibi dinî ve sosyal hizmetlere de sadece yurtiçinde değil, tüm insanlığın ihtiyacı var. Resulullah ve Kur’an’ın mesajı tüm insanlığa hitap etmektedir. Yurtiçinde bu faaliyetleri yeterince ifa eden kuruluşlar var; ama yurtdışında o kadar yok. Bizim bu kıvılcımı oralara taşımamız gerekir.”
Çevresini de teşvik ediyordu. ‘Amerika çok önemli’ Amerika’yı çok önemli görüyordu. Çünkü ABD gibi yükselen ülkeler bir şey yaparsa başkaları onu taklit eder, mesaj daha çabuk ulaştırılabilir. Avustralya’daki Türk işçilerinin bölük–pörçük ve dağınık olduklarını düşünüyordu. Onların belli merkezlerde işçi olarak değil işveren haline gelerek örgütlenmelerini, Türklerin onlara orijinal gelecek mesleklerini yapmalarını söylüyordu. En son yurtdışına gitmeden 1 gün önce, 6 Mayıs 1997’de Mado dondurmanın Perpa şubesindeki açılışımıza Tayyip Edoğan’la beraber geldi, açılışımızı yaptı. Orada da Müslümanlar olarak cılız, perakende, küçük müesseseler değil daha anonim, gelişmiş müesseseler kurmamız gerektiğini söylüyordu.
Ölüm ortak kaderHaseki Arapça Eğitim Merkezi öğretim üyesi Ali Rıza Temel: “Baki olan yalnız Allah Teala’dır. Bütün mesele hayat imtihanını başarıyla verebilmek ebedi saadete nail olabilmektir. Kanaatimize göre Hocaefendi bu kulluk imtihanını kazananlardandır. Geride bıraktığı eserler ve özellikle de münevver bir nesil yetiştirmesi hayırlı ve bereketli bir insan oluşunun göstergesidir. Nice insanlar gelir gider. Kimileri hiçbir iz bırakmazlar. Kimileri de ya güzel hatıralar veya utanç tabloları bırakıp giderler. Alimler peygamberlerin varisleridir. Peygamberler hep güzellikler getirmişler, güzellikler bırakmışlardır. Onların yolundan gidenler de güzellikler taşımışlardır. Hocaefendi de neslimizin gönül dostlarından idi. Zaten tasavvuf ve tarikat insanın nefsi hastalıklardan kurtulmak için tedavi olduğu bir maneviyat hastanesi gibidir. Bu hastanenin baştabipleri günümüzün ilim ve irfan önderleridir. Hocaefendi terbiye ve irşad hizmetinde hayatını ortaya koymuş ve bu uğurda son nefesini vermiş bir kimsedir. Cenab–ı Hak amellerini zayi etmesin. Hizmetlerinin devamı hususunda geride kalanlara güç kuvvet ihsan etsin.”
Avukatından Sabah’a tekzipCoşan’ın hakkında birçok dava olduğunu iddia eden Sabah gazetesine Es’ad Coşan’ın aile avukatı Hasan Akbay tepki gösterdi. Sabah’ta yer alan “28 Şubat’tan sonra yurtdışına çıkan Nakşibendi liderinin “Laiklik” karşıtlığı gerekçesiyle birçok davası bulunuyordu.” ifadesinin doğru olmadığını belirten Akbay, “Sabah’taki ve Hürriyet grubunda yazan arkadaşlara da söyledim. Es’ad Coşan hakkında açılmış veya kesinleşmiş DGM veya başka bir mahkemede görülen hiçbir dava yok. Aranmıyordu da. Sabah, kendileriyle yaptığımız görüşmeyi ertesi gün bildiği gibi yazdı. Yurt dışında olduğu için dava açılamıyormuş. Yurt içinde ve yurt dışında olması dava açılmasını etkilemez ki. Açarsın davayı gıyabi tutuklama kararıyla interpole yakalatırsın.”
Avukat Akbay tekzip davası açacaklarını da ima ederek, “Acısı hala sıcak bir insanın ailesini ve şahsiyetini hedef alan bir yayın basın ahlakına ve kişilik haklarına aykırı. Kalkıp kanun kaçağı gibi bir imaj oluşturmaya çalışıyorlar. Gereğini yapacağız.” diye konuştu. İsmail Nacar’ın Coşan aleyhindeki açıklamalarını sorduğumuz Hasan Akbay, “Nacar’ı tam dinleyemedim. CNN Türk’te son kısmına yetiştim. Kendi şahsi görüşlerini ifade etti. Nacar olayla ilgili görüş bildirecek durumda ve konumda değil.” dedi.
Endişeliyim gurbette kalırım diyeEs’ad Coşan Hocaefendi, mecburi gurbet yaşadığı Avustralya’da vefat ihtimalini gözardı etmemiş ve ‘diyar–ı gurbette kalacağını’ hissetmişti. Coşan, geçen yıl vefat eden Timurtaş Uçar Hocaefendi’nin evini arayarak ailesine başsağlığı dilediğinde bu duygularını ifade etti. Uçar’ın vefat ettiği 20 Ocak’tan sonra evini arayan Coşan, telefonda görüştüğü oğlu Tarık Yusuf Uçar’a gurbette yaşadığı ızdırabı aktardı. Avukat Tarık Yusuf Uçar, bugün gibi hatırladığını belirterek şunları kaydetti:
Coşan Hocaefendi üzüntülerini ifade ettikten sonra şöyle söylediler: “Merhum hocamız da birtakım hizmetleri ifa için yurtdışında bulunmaktaymış. Vefatından kısa süre önce yurduna, evine dönmüş ne güzel. Rahmet–i Rahman’a da orada kavuşmuş. Bizlerin sıkıntıları malum. İstediğimiz zaman, istediğimiz yerde bulunamıyoruz. Benim endişem o ki buralarda başımıza bir hal gelse, diyar–ı gurbette kalırız. Yurdumuza dönmek dahi zor olur. Allah hakkımızda hayırlısını nasip etsin. Hocaefendi adına da hem üzüldüm hem de mutlu oldum...”
Ben de bu konuşmayı taziyeye gelen cemaate, arkadaşlara anlatarak paylaştım. Kendisi ile aynı durumda olan değerli din adamlarımız ve alimlerimizin içinde bulunduğu sıkıntılardan bahsederek teessürlerimizi paylaştık... Ağabeyin zor sabrı Bu arada kardeşinin vefatını metanetle karşılayan en büyük ağabey Mehmed Coşan derin bir teslimiyet içerisinde “Gökteki yağmur damlalarının bile düşeceği yer bellidir. İnsanların nefes sayısını Allah takdir etmiş. Allah’ın takdiri bu olduğuna göre ona isyan etmenin, çok ağlamanın, bağırıp, çağırmanın ona bir faydası yok.” dedi. Konuşmasının bu noktasında sesi titreyen Coşan, şöyle devam etti: “Kişi hicrette vefat ederse onun için hayırlı olacağı biliniyor. Kardeşimizin bu şartlarla gitmesinin onun hakkında hayır getireceğini düşünüyoruz ve bu açıdan memnunuz.”
Vefatın aileye tesirini sorduğumuz Mehmed Coşan, “Ailedeki boşluğun dolması mümkün değil. Ama o aynı zamanda yeri doldurulamayacak değerli bir alimdi.” cevabını verdi. Mehmed Coşan, kardeşini şöyle tanımladı: “Kimseyle alıp veremediği yoktu. Hep Allah rızası için dini için irşad için çalıştı. Semeresi ortada. Evimize gelenin, telefon edenin haddi hesabı yok. Her zihniyetten insan aradı. Üzüntülerini belirtti.” Coşan’ın kaybı siyasileri de üzdü. Vefat sabahı Küçükçamlıca’daki baba evine koşturan Korkut Özal değişik kanallarda ekrana çıkarak duygu ve düşüncelerini açıkladı. Coşan’ın hizmetlerini anlatan Özal, şunları söyledi: “Hocaefendi Avustralya’yı tavattun etmiştir. (Vatan edinmiştir.) Dünyanın her yeri müminin vatanıdır. Her ay bir cami açılışı yapıyorlardı. Biz onun şehit olarak gittiğine inanıyoruz.
Süleymaniye Camii’nde Zahid Kotku’nun mezarının yanıbaşına defnedilmek isteyip istemediği sorulmuştu. “Kaderde neresi varsa orası olsun.” demişti.” Korkut Özal gibi birçok siyasi de Coşan’ın çizgisini öven mesajlar verdiler.
Hayatın her alanına nüfuz Es’ad Coşan Hocaefendi, Peygamber Efendimiz’in (sas) Medine–i Münevvere’de yaptıklarını bu çağda uygulamak için gereken her türlü müessesenin kurulmasına çalıştı. Bu amaçla yurtiçi ve dışında basın–yayın, eğitim, kültür–sanat, sağlık, yayıncılık gibi, hayatın her sahasını kavrayan çok yönlü vakıf ve şirketlerin kuruculuğunu yaptı.
Mehmed Zahid Kotku Efendi’nin isteği üzerine kurduğu “Hakyol Vakfı”nın çalışmalarıyla bizzat ilgilenerek, muhtelif yerlerde şubeler açtırdı. Sanat ve kültürle ilgili çalışmalar yapmak üzere “İlim Kültür ve Sanat Vakfı”nı, sağlık hizmetleri için “Sağlık Vakfı”nı kurdurdu. Hanımların eğitimi ile ilgili olarak “Hanım Dernekleri”nin; çevre ile ilgili çalışmalar yapmak üzere “İlim, Ahlak, Kültür ve Çevre Dernekleri”nin kurulmasını ve yaygınlaştırılmasını teşvik etti. Sağlık alanında açılan hastaneler ve verilen kaliteli hizmet sayesinde kısa zamanda tanındı. Haksağ Sağlık Hizmetleri adı altında, Esmahatun, Afiyet, Neşat Tıp Merkezi, Şadiye Hatun Doğum Hastanesi, Hayrunnisa Doğum Hastanesi ve Polikliniği açıldı.
Medyadaki hizmetleri Daha çok insana ulaşabilmek için basın ve yayın çalışmalarıyla ilgilendi. 1983 Eylül’ünde “İslâm” dergisini, 1985 Nisan’ında “Kadın ve Aile” ve “İlim ve Sanat” dergisini yayınlanmaya başladı. “Gül Çocuk” dergisi de onun eseri. Sağlık ve bilimle ilgili konularda ise “Panzehir” dergisi yayınlandı. Kitap yayıncılığı için “Seha Neşriyat”ı kurdurdu; çeşitli dini, edebi, tarihi, kültürel eserler neşredildi. Özel radyoların açılmaya başlaması ile 1992’de Ak–Radyo’yu (AKRA) kurdurdu.
Halen yüzden fazla merkeze ulaşan radyo, uydu vasıtasıyla dünyanın birçok yerinden de dinlenilebiliyor. Özel eğitim kurumlarına yönelen Coşan çeşitli illerde ilkokul öncesi ve ortaöğrenime yönelik eğitim müesseseleri kurdurdu. İstabul’da, Ankara’da, Konya’da ve Bursa’da hadis ve fıkıh enstitüleri açtırdı. Buralarda ilahiyat fakültelerinde okuyan veya mezun olan kimselere, özel hocalardan Arapça, hadis, tefsir ve fıkıh dersleri verdirilmesini temin etti. Coşan, yurtdışına hitap eden “İskenderpaşa Turizm (İSPA)” adı altında bir seyahat acentası kurulmasına da öncülük etti. Bu şirket yardımıyla hac ve umre programları, yurtiçi–yurtdışı geziler düzenlendi. Her yıl hac ve umre dolayısıyla değişik ülkelerden gelen Müslümanlarla görüştü.
Avrupa’da, Kuzey Amerika’da, Afrika’da, Orta Asya ve Avustralya’da pek çok ziyaretler, vaazlar, sohbetler yaptı. Kazaya uğradığı gün de bir caminin açılışını yapmaya gidiyordu. Coşan vaazların yanı sıra yazmaya da önem veren bir ilim adamıydı. Coşan’ın yirmi beşin üzerinde yayınlanmış eseri olup bazıları şunlardır: Matbaacı İbrahîm–i Müteferrika ve Risâle–i İslâmiyye, Hacı Bektâş–ı Velî, Makâlât, Gayemiz, İslâm Çağrısı, Yeni Ufuklar, Çocuklarla Başbaşa, Başarının Prensipleri, İslâm’da Nefis Terbiyesi ve Tasavvufa Giriş, Avustralya Sohbetleri, Yeni Dönemde Yeni Görevler, Haccın Faziletleri ve İncelikleri, Zaferin Yolu ve Şartları, İslâm, Sevgi ve Tasavvuf, Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı, İslâmî Hizmet ve Çalışmalarda Metod.
Gayesi Allah’ın rızası idi Coşan, herhangi bir oluşumda baş olmak, maddi anlamda cihanı fethetmek, para pul kazanmak gibi düşüncelerinin bulunmadığını belirterek gayesini şöyle açıklıyordu: “Biz Allah’ın rızasını istiyoruz. Esir bulunan kardeşlerimizin hürriyetlerini kazanmalarını, ezilenlerin ezilmekten kurtulmalarını, sömürülenlerin sömürülmekten kurtulmalarını, dünyanın her yerinde zulmün sona ermesini, herkesin bahtiyar olmasını, fakirlik ve sefaletin yenilmesini, huzur ve refahın yaygınlaştırılmasını istiyoruz. Müslümanların, inananların birleşmesini, yalan yanlış inançların bırakılmasını, herkesin iki cihan saadetini kazanmalarını temenni ediyoruz.”
Damadı da ilim erbabıydı Avus-tralya’daki kazada kayınpederi Es’ad Coşan’la birlikte vefat eden damadı ve kader arkadaşı Prof. Dr. Ali Yücel Uyarel, Gazi Üniversitesi öğretim üyesi idi. 1952 yılında Ankara’da doğdu. 1974’te İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Fakülte-si’nden (Gümüşsuyu) mezun oldu. 1977’de Sakarya Devlet Mimarlık Mühendislik Akademisi’nde uzman olarak göreve başladı. 1979’da İTÜ Makina Fakültesi, Enerji Dalı’nda yüksek lisans eğitimini tamamladı. 1980/81 yılları arasında, Cidde–King Abdulaziz Üniversitesi’nde, Güneş Enerjisi ve Isı Borusu ile ilgili bir araştırmada araştırma asistanı olarak çalıştı. 1984’te, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü’nden doktor unvanını aldı. Daha sonra İTÜ Sakarya Mühendislik Fakültesi’nde bölüm başkanlığı görevinde bulundu. 1985’te Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi’ne Yardımcı Doçent olarak atandı. TÜBİTAK Mühendislik Araştırma Grubu desteğinde bir projenin yürütücülünü yaptı (MAG–687). TÜBİTAK NATO bursu ile 3 ay kadar Rensselear Polytechnic ‘te (Troy, N.Y.) “Şok Tüpleri ve Sıkıştırılabilir Akış” konusunda misafir araştırmacı olarak çalıştı. Ayrıca DPT–Üniversite Araştırma Fonu destekli “Güneş Enerjili Biogaz Üreteci” konusunda proje yürütücülüğü yaptı. Gazi Üniversitesi’nde 1989’da doçent, 1994’te profesör oldu. Aynı fakültede bölüm başkan yardımcılığı (2 yıl), fakülte yönetim kurulu üyeliği (6 yıl), dekan yardımcılığı (3 yıl), anabilim dalı başkanlığı (6 yıl) ve üniversite senato üyeliği (3 yıl) görevlerinde bulundu.
İnsanlar mahrum olmasın diye...Avustralya Kotku Federas-yonu adına kendi imzasıyla yayınladığı “Hedefimiz” başlıklı yazısında Coşan Hocaefendi şunları yazdı:
İnşaallah Türkiye’yi, Asya’yı, Afrika’yı, Avrupa’yı, Amerika’yı, Avustralya’yı, hatta dünyayı, fezâyı Kotku dergahlarıyla, ilim ve irfan merkezleriyle dolduracağız; camiler, okullar, yurtlar, kolejler açacağız; parklar bahçeler, korular tesis edeceğiz; çeşmeler, köprüler, yollar, yaptıracağız, kütüphaneler kuracağız, kitaplar yayınlayacağız yeni yeni radyo–televizyon müesseseleri açacağız. Ta ki herkes ilmin, yüce Kur’an’ın, pak tasavvufun, güzel ahlakın, maddi ve manevî kemalâtın değerini kaçırmasın, gafil kalmasın, dünyada ve ahirette me’yus olmasın diye.
Ömür rüzgâr gibiSılaya ve ihvana hasretin ızdırabını bütün hücrelerinde hisseden Coşan, “Elbette bizler de sıkıntı çekeceğiz, bunlar imtihan.” demişti Prof. Dr. Es’ad Coşan Hocaefendi, “Lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikrediniz.” hadisinde buyurulduğu gibi sohbetlerinde sık sık ölüme hazırlıklı olunması gerektiğini anlatıyordu. Geçtiğimiz Kadir Gecesi (22.12.2000) İsveç’teki sohbetinde “İşte ölüm birden geliveriyor, belli olmuyor.” diyerek şunları anlatmıştı:
Büyüklerimiz güzel bir söz söylemişler “İnsan her gecesini Kadir bilmeli.” Çünkü insanların özel kadre erdikleri günler de olur. Bir insan Cenab–ı Hakk’ın (cc) hoşuna gidecek, rızasını kazanacak bir hareketi yaptığı bir gece onun için dünyalara değer, cihanlara değer. İşte ölüm birden geliveriyor, belli olmuyor. Kadir Gecesi’ni insan değerlendirmeden kaçırmış olabilir. Onun için ihtiyat etmeli, hele hele bu son günlerde artık; “Kadir bu gece mi?!” diye iyice gayretimizi artırmalıyız.”
Avustralya’da 19 Ocak Cuma günü yaptığı sohbette de bugün dünyanın pek çok yerinden kendisine dua yağdıran sevenlerine duanın geri çevrilmeyeceğini anlatarak “Dostlarımıza dua edelim.” nasihatinde bulunmuştu. O gün şunları söylemişti: “Demek ki el açtığımız, dua ettiğimiz zaman mutlaka mükafat var. Allahu Teala Hz.leri açılan elleri boş çevirmiyor. O halde dua edelim. Ağzı dualı kul olalım. Çünkü dua da ibadettir. Zikir gibidir, tefekkür gibidir. O bakımdan her vesile ile aklımıza, gönlümüze doğan manaları düşünerek çevremize, kendimize, dünyamıza, ahiretimize, dostlarımıza dua edelim. Ümmeti Muhammed’e (sas) dua edelim. Hep hayırları isteyelim Cenab-ı Hak’tan.”
Çevresindekileri sürekli duaya çağıran Coşan, 26 Ocak’taki sohbetinde kendisi de şöyle dua etmişti: “Allah gaflete düşürmesin. Ömrü zayi ettirmesin, boşa geçirtmesin, yanlış yollarda çürüttürmesin. Rızasını kazanmayı nasip eylesin. Hayatta karşılaştığınız her olay bir imtihandır, imtihanı başarıyla geçirmeye dikkat edin. Sabredilecek hallerde sabredin, şükredilecek hallerde şükredin, huzuruna sevdiği kul olarak varmaya dikkat edin.”
Orijinal prensipleriyle dikkat çeken Coşan bir başka sohbetinde “söyleyenden çok söylenenin önemli” olduğuna işaret etmişti: “Hak söz söylendiği zaman kimden söylenirse söylensin kabul edeceğiz. Düşman söyledi; ama doğruyu söyledi. ‘Tamam sen haklısın.’ diyeceğiz. Böyle yaparsak düşmanlıklar bile erir. Bu adam insaflı bir kimse derler, güzel huylu derler. Hak söz söyleyince kabul ediyor derler.” Rüzgâr gibi geçiyor... Vefatından iki gün önce de “Ömürler rüzgâr gibi geçiveriyor, bir göz yumup açıncaya kadar geçiveriyor.” demiş ve şöyle devam etmişti: “Mühim olan ahireti kazanmak. Biz mü’miniz. Ahirette öldükten sonra dirilmek var, cennet var, cehennem var... Cenneti kazananlara ne mutlu! Cehenneme düşenlere ne yazık!.. Araba her gün bakım istiyor, bakılmazsa gitmiyor. Ev her zaman bakım istiyor, akıyor, kokuyor, bozuluyor derken tamirci getiriyorsun vs. İnsanın imanı bile öyle, zaman zaman yıpranıyor, gevşiyor günahlardan dolayı. O imanı dahi tazelemek lâzım!..”
Gurbette bulunmanın, sılaya ve ihvana hasretin ızdırabını bütün hücrelerinde hisseden Coşan, teslimiyet ve tevekkül içerisinde her davranışıyla sevenlerine örnek teşkil ediyordu: “Elbette bizler de sıkıntı çekeceğiz. Bunlar imtihan. Yâni Müslümanlığa bağlılığımızın kuvvetini ve samimiyetini, sağlamlığını anlamak için, ispat etmek için, denemek için, imtihan etmek için, Allah bu sıkıntıları getiriyor ki; “Bakalım benim mü’min kullarım sıkıntıların karşısında da imanlarına sımsıkı sarılıp iyi Müslüman olarak yaşayacaklar mı?” diye Müslüman’a böyle çeşitli sıkıntılar, imtihanlar gelir, gelir, gelir, gelir... Mühim değil. Sabredeceğiz, mükâfat alacağız. Ama sabrın sonunda da Allah zafer ve saadet ve selâmet veriyor.
Allah–u Teàlâ Hazretleri bizi İslâm tarihini tam okuyup, tam anlayıp, sahabe–i kirâmın hepsini sevip; özellikle Hazret–i Ali Efendimiz’i, Hazret–i Hasan ve Hazret–i Hüseyin efendilerimizi de sevip, onların şefaatine ermeyi nasîb eylesin... Cennetiyle cemâliyle bizleri müşerref eyleyip, onlarla cennette buluştursun...”
Coşan’a gazeteci bakışıEs’ad Coşan’la aynı zaman diliminde Avustralya’ya yerleşen CHA Avustralya Temsilcisi Süleyman Ünal, Avustralyalıların “Coşan’ı geç bulup erken kaybettiğini” söylüyor. Ünal, “Es’ad Coşan Hocaefendi’nin Avustralya Türkleri için mânâsı”nı şöyle anlatıyor: Son günlerde Avustralya, Türkiye açısından çok farklı bir özellik taşıdı. Prof. Dr. Es’ad Coşan Hocaefendi ve damadı Prof. Dr. Ali Yücel Uyarel’in Sydney’e 5 saatlik mesafedeki Dubbo şehrinde geçirdikleri kazayla gündeme geldi. Binlerce kilometre uzakta gurbette yaşanan kaza yürekleri dağlarken, Avustralya’da yaşayanların da, tanısın tanımasın duyduklarında yürekleri ‘cız’ etti. Çünkü uzaklarda yaşamanın, yani gurbetin acısını en iyi buradaki Türkler bilir. Böyle uzak bir ülkede Coşan gibi bir alimin, manevi önderin başta gurbet olmak üzere hicranı şüphesiz daha büyüktü. Ama büyüklerin imtihanı büyük olduğu gibi sabırları da büyüktü. Bu sebeple gurbette olduğu Avustralya’da sevenleri ve dostlarına hedefler göstermiş, onlara aşılmaz gibi olan işlerin aslında aşılabileceğini bizzat kendisi öne düşerek göstermişti.
Melbourne, Sydney gibi Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlerdeki Türk-lere Avustralya’nın bu iki şehirden ibaret olmadı-ğını, başka şehirlere de açılmak gerektiğini an-latmıştı. Hem insanlara güzeli ve doğruyu anlat-mak ve hem de ticari alanda bakir sahaların her zaman maddi ve manevi bereketini anlat-mıştı...
Türklere yol gösterdi Bir gün dostlarından bazılarını Sidney’in dışın-da gezdirerek “Bakın buralarda da iş yapabilir, insanlara iyiyi ve doğruyu anlatabilirsiniz.” demişti. Hatta, Sydney’e uzak bir kasabadan geçerken araçları durdurup dükkanların olduğu ana caddedeki bir Çinliye ait levhayı göstererek, “Bakın burada Çince yazıyor. Burayı bir Çinli işletiyor. Onlar yapabiliyorsa siz niye yapamayasınız?” demişti.
Çevresindeki insanları ticarette başarılı olmaya teşvik ederken cesaret veriyor, her türlü suallerine yardımcı oluyordu. Onun teşviklerini dinleyenler Türklerin hiç bilmedikleri veya tursitik maksatla gezip gördükleri uzak yerlere yerleşmeye başladılar. Buralarda başta döner işi olmak üzere çeşitli alanlarda iş sahaları açtılar. Bir süre sonra hem işlerinin çok iyi gittiğini ve hem de Türkleri ve Türkiye’yi etraflarındaki insanlara anlattıklarını gördüler. Böylece hem maddi ve hem de manevi olarak kalkınıyorlar, Sydney ve Melbourne gibi yerlerdeki sıkışmışlıktan kurtulup daha geniş imkanların oluşacağı şehirlere ulaşma imkanı buluyorlardı.
Coşan, onlara hem moral veriyor ve hem de orada cami ve ilim merkezleri açmayı teşvik ediyordu. Bunun için başlatılan çalışmalarla çeşitli yerlerde satın alınan mekanlar kısa sürede cami ve insanların geldiklerinde yararlanabilecekleri mekanlar olmuştu. Kaza geçirdiği Dubbo’da da kısa süre önce bir cami açılmıştı.
Coşan için Avustralya özelikle son yıllarda sürekli kaldığı mekanlardan biri olmuştu. Queensland eyaletinin başkenti Brisbane’da sevenleri ve dostları halka oluşturmuş, bu şehre yerleşenler kısa sürede Sydney ve Melbourn’den insanları da beraberinde çeker olmuştu. Böylece, başta Brisbane olmak üzere binlerce kilometrelik yol güzergahı üzerindeki küçük şehirlerde sevenleri tarafından açılan işyerleri ve beraberinde ibadet ve kültür mekanları hızla çoğalmaya başlamıştı. İnsanlar birbirlerini ziyaret ederek moral bulurken, kollektif şuurla birbirlerine sahip çıkıyorlardı. Gurbette ümit aşılıyordu Es’ad Coşan Hocaefendi 63 yaşında Avustralya’da binlerce kilometre yaparken etrafındakilere ümit aşılıyor, geleceğin daha iyi olacağını telkin ediyor ve kendisini dinleyen insanlara maddi ve manevi rehberlik yapıyordu. Hemen her kesimden insanların her türlü sualine cevap vermeye çalışırken onun bu sabrına sevenleri şaşırıyordu. Avustralya’da kaldığı sürece hemen her dertlerini aktardıklarını söyleyen bir seveni, “Çocuklarımızın dertlerine kadar ilgilenirdi ve bir kerecik olsun bize bu yönde rahatsızlık bildirmedi.” dedi.
Avustralya’daki Türkler, şartların getirdiği mecburiyetler sebebiyle de olsa yanı başlarına gelen nimetin kadrini ne kadar anladılar bilinmez; sohbetini dinleyenler ve “anlayanlar” ortaklaşa bir düşüncede buluşuyorlar: “Geç bulduk, erken kaybettik hocamızı...” Avustralya artık sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerindeki “gönül insanları” için gündemde olacak... Dubbo ismi de... Dubbo daha yakın zamana kadar bırakın Türkiye’yi Avustralya’daki Türklerin hemen hiçbirinin bilmediği, adını nadiren duyduğu beldeydi. Şimdi ise Dubbo bir şehir isminden çok tarihte yerini alacak bir acı hatıra beldesi.
Her ne sebeple olursa olsun Avustralya adı geçtikçe yüreklerde bir sızı, sevgiyle anılan bir büyük zatın ruhunu verdiği ülke ola-rak hatırlanacak. Avustralya’nın böyle anılmaması arzu edilirdi; ama bir teselli var ki, büyük zatların ruhlarını teslim ettikleri yerlerde aradan asırlar geçse de nice güzelliklerin yeşerdiğini tarihin ispat etmesi en büyük teselli...