ES’AD COŞAN’IN ÖYKÜSÜ

Ali Bayramoğlu 

7.2.2001 Sabah
 

Bazı toplumsal gerçekler bizi neden şaşırtır? Boşuna olduğunu bile bile, onlarla mücadele adına neden tüm toplumu seferberlik haline sokar, seferberliğin sıkı uygulamalarıyla özgürlük, hareket alanlarımızı daraltırız?

İskenderpaşa Nakşibendi şeyhi Es’ad Coşan’ın ölümü üzerine, 28 Şubat günlerinde “siyasi olarak lanetlenen” tarikatleri bugün yeniden konuşuyoruz, haberlerini birinci sayfalara taşıyor, güçlerinden, yaygınlıklarından, etkilerinden sözediyoruz. Aslında doğal olan bu...

Çünkü tarikatler, yapılarını, varlıklarını beğensek de beğenmesek de, bu ülkenin en ağır, en ciddi gerçekleri arasında yer alıyor.  Bu gerçek, hiçbir siyasi neşter darbesinin bir çırpıda kesip atamayacağı oranda kök salmış hem sosyolojik hem politik nitelikli bir gerçektir.

Es’ad Coşan’ın, kayınpederi ve selefi Kotku’dan bu yana uzanan öyküsü MSP-RP geleneğinin doğuşundan ve ANAP’ın öyküsünden bağımsız değildir örneğin. Birinci gelenek Kotku’nun isteğiyle doğmuş, ikinci gelenekte İskenderpaşa öyküsü Özal üzerinden ANAP içinde yaşamıştır. Daha da öte, sağın önemli sayıda siyasi elitinin kişisel öyküsü de aslında İskenderpaşa’da ve benzer tarikatlerde başlamıştır.

Bu ülkeyi 40 yıldır idare eden sağ politikalar, politikacılar, hatta sıradan insanlar için “toplumsal bir seyyalliyet merkezi” görevini görmüştür tarikatler.  Üstelik bu yeni bir resim de değil... Tarikatler Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan bugüne sosyal ve siyasi hayattan hiç eksik olmadı. Hemen her zaman, imparatorluğun kuruluş ve yükselme dönemlerinde oluşan bir gelenekten güç aldılar. Bu gelenek, devletin topluma nüfuz etme ve toplumu kontrol altında bulundurma çabası için tarikatleri kullanması; buna karşılık tarikatlerin de devletle iç içe geçerek “sivil” bir işlevden çok “devlete ait ya da siyasi” bir işlevi yerine getirmeleri geleneğidir.

Toplumsal ortak payda ve kimliğin oluşmasında rol oynamaları, özellikle Cumhuriyet döneminde “Türk-İslâm sentezi”nin motoru olmaları, tarikatlerin dini, manevi faaliyetlerini gölgede bırakmıştır.

Es’ad Coşan’la ilk karşılaşmamda bilinen bu sosyolojik gerçeği çıplak gözle de görmüştüm. Bir panel daveti üzerine ilk kez Alanya’da karşılaşmıştım Es’ad Coşan’la. Panel sonrası diğer konuklarla, Coşan’ın ve müritlerinin bulunduğu bir salona alınmıştık. Ve o heyet, özellikle Coşan tam iki saat boyunca, ağır bir milliyetçi ve devletçi güdüyle bir MGK toplantısının gündemini andıran konularda konuşmuştu. İslâmi hareket üzerine yaptığım araştırma, daha sonra beni birçok kez Coşan’la buluşturdu.

28 Şubat’ın sıcak günlerinde evine yaptığım bir ziyarette, bir emekli albayla yaptığı sohbeti hararetle anlatmış, siyasi açıdan olup biteni aşırı bir kaygıyla izlediğini hissettirmişti. En çok da Erbakan’dan şikâyet etmişti. Erbakan’ın bir siyasetçi olmasına rağmen dini lider gibi davrandığını, din adamlarını kendisine biat etmeye zorladığını söylüyordu. Bunun gelenek açısından bir tehlike olduğunu vurguluyor, din ve siyaseti, “dini şemsiye” altında birbirinden ayırmaya çalışıyordu.

Es’ad Coşan’ın kişisel öyküsü bu anlamda da Erbakan’ın, RP’nin öyküsüyle kesişir. Erbakan’ın içinden doğduğu tarikatle, Kotku’nun ölümünden sonra girdiği bilek güreşini, İslâmi yapınının iç dilimlenmesini, gelenek içi çatışmayı, gelenekle yeni İslâmi aktörlerin kavgasını, yani farklı siyasallaşma biçimlerini, ve Türk sağının ayrışma yollarını anlatır...  Dünden bugüne bir şey değişmemiştir: Bunları bilmek ve anlamak, Türk toplumunu, Türk siyasetini anlamanın ve değiştirmenin ön koşuludur aslında.

 içindekiler | ana sayfa