ARTIK İNSANIMIZLA BARIŞALIMHüseyin Gülerce
6.2.2001 Zaman
Denge Artık insanımızla barışalım Âlimin gurbette ölümü demek, sanki doğru değil gibi. İlim, insanı Hakk’a götürmenin ışığı ise, âlimin gurbeti olmasa gerek. Ama bizlere göre, muhterem Es’ad Coşan Hocaefendi Avustralya’da vefat edince acı, ikiye katlandı gibi. Kimileri “hocaefendi” sıfatına bile tahammüllü değiller. Halbuki bu ülkenin “mümtaz şahsiyetler”ini bizzat milletin kendisi belirler. Resmî değer biçmeler, resmî unvanlar yaşanan zaman dilimlerine aittir. Üstelik tarih, milletin değerlendirmesine itibar eder. Gök ehli de, yer ehlinin gönülden desteğine iştirak eder. Rahmetli Es’ad Coşan Hocaefendi’yle tanışmamız on yıl kadar önce Yalova’da bir Ramazan günü küçük bir lokantada olmuştu.Kendisi Yalova’yı teşrif etmiş, sevenleri iftara bizi de davet etmişlerdi. Masasında yer vermişlerdi. Böyle manevi zatların insanı kuşatan tarifi zor manevi atmosferleri oluyor. O atmosferin içinde kendinizi bir çocuk gibi sevinçli, neş’eli hissediyorsunuz. Hocaefendi’nin tevazuundan çok etkilendim. Sanki kırk yıldır tanıştığımız bir aile dostu, büyüğü gibi yakındı. Dünyayı geçmiş, sadece Allah’ın rızasını kazanmaya kilitlenmiş bu zatlar, “hizmet, biraz daha hizmet” diye çırpınırlar. 28 Şubat’ın uygulayıcılarına bir ara kızacak gibi oldum, acımayı tercih ettim. Milletin gönlünde taht kuran insanları dışarılara savurdular. Onlara “çeteci” muamelesi yapmayı uygun gördüler. Ve asıl onlar kaybettiler.
Halbuki tarihin ibret levhaları, bu durumun âlimlerin kaderi olduğunu anlatıyor. İslâm tarihinde nice âlim; yöneticilerin, sistemin “hınk deyicisi”, fetvacısı olmadığı için zulüm görmüş, acılar çekmişti. Şüphesiz o yöneticiler her devirde “resmî âlimler”i bulmakta zorlanmadılar. Millî vicdan ise, tıpkı doku uyuşmazlığı gibi onları her defasında reddetti ve âlimden saymadı. Gönlünde onlara hiç yer vermedi. Yakın tarihimiz, ülkeyi yönetenlerin iç barış yerine, kendi insanımızı bir tehdit unsuru kabul etmenin örnekleriyle dolu. Soğuk savaş döneminde “komünist tehlike” öcüsüyle nice şair, sanatkâr ve aydın sırf solcu kimliklerinden dolayı vatanı terk etmek zorunda kaldılar. Katı yürekler, onları şefkatle, merhametle ve anlayışla karşılayıp tahammüllü olmayı denemek istemediler. Bu toprağın insanlarına “komünist”, “faşist”, “dinci”, “tarikatçı” yaftaları vuruldukça aslında iç barış bizzat yöneticiler eliyle elli defa bıçaklandı.
Muhterem Es’ad Coşan Hocaefendi’nin gurbetteki vuslatı, onun için milletimize daha bir burukluk yaşattı. Evet onlar, taa Avustralya’larda, taa Amerika’larda, gurbet demeyip, el demeyip hizmetlerine devam ediyorlardı. Ama bizi yaralayan, onlara yapılan kötü muameleydi. İşin doğrusu, halk olarak da bizler, onlara yeterince sahip çıkamadık. Bazen kendime de kızıyor, Allah’ın işine karışma diyorum. Allah’ın en sevgilisi Hazreti Muhammed (sas) doğup büyüdüğü Mekke’den çıkartılmadı mı? Hz. Ebubekir’le birlikte Medine yollarına, hem de arkalarında onları öldürmek için arayanlar bulunduğu halde düştüklerinde sen bunu bir yenilgi sanabilirdin. Ama 400 kilometrelik bu yürüyüş şimdi tarihin en büyük dönüm noktası sayılıyor. Mekkeliler öyle şiddetle çıkarmasalardı, Medineliler öyle heyecanla ve sevinçle onları yüreklerine basar mıydı? Birileri istemeyecek ki, birileri başlarına taç yapacaklar.
Herkesin hesabı varsa, Allah’ın da hesabı var. Ve Allah, bütün hesapları bozar. Kendi hükmünü yürütür. Mümtaz şahsiyetler, bizim toprağımızın bereketidir. Bu ülkede gerçek barış ve huzur olacaksa, onlara sahip çıkmalıyız. Es’ad Coşan Hocaefendi’nin gurbetteki vefatı, “artık hatadan dönme zamanı gelmedi mi?” sorusunu gündeme getiriyor.
Artık insanımızla barışalım. Fikirlerinden, hizmetlerinden, başörtülerinden dolayı insanımız vatanını terke zorlanmasın. Türkiye’ye yakışanı yapalım. Muhterem Es’ad Coşan Hocaefendi’ye ve onunla birlikte vefat eden damadı muhterem Ali Yücel Uyarel’e Allah’tan rahmet, sevenlerine sabr–ı cemil niyaz ediyorum. Milletimizin başı sağ olsun.