GURBETTE ÖLÜMSibel Eraslan
10.2.2001 Akit
(...)
Her geçen gün, nefret tahtının ve zulüm krallığının gücünü daha fazla artırdığını müşahede etmek, ne kadar acıtıcı. Tüm hayatımız, bizi alıp götürecek bir göçmen gemisini limanda beklerkenki itişip kakışmalarımız kadar anlamsız neredeyse. Gemi gelecek ve bizi bu gurbetten alıp gerçek yurdumuza götürecek, peki bu itişip kakışma niye? Melankolik bir biçimde, hüzünden başka bir şeyin artık esemeyeceği ruhunuzda, çaresiz bir vedalaşma fikri sabiti dalgalanıyor. Vedalaşmak iyi ve güzel olanla, sevgiye ve insanlığa son kez sımsıkı sarılarak helalleşme... Dünya batmakta içinize. Sevgiye ve insanlığa paydos diyen bir ülkedesiniz dostum...
Bu ülkede, ancak bu kadar. Yaşlı genç, herkes bavul topluyor bu ülkede. Yasadışı yollarla sömürerek şişirilmiş kanlı kırk harami bavullarından söz etmiyorum. Tüm dünyalarını sırt çantalarına koyduktan sonra, karanlıklar krallığında daha fazla yaşayamayacağını anlayan herkesten söz etmekteyim. Gidiyorlar...
1960’ların, ekmek kapısı olarak tanıttığı Almanyalar, Hollandalar’dan sonra. 1980’lerin Eylül göçlerinden sonra... Şimdi de 28 Şubat 1997 cuntasından bu yana, yeni bir göç furyası tetiklendi. Bu sefer, göçmen kuşların kanatları, yeşil renkte. Tüm dünyaları, sırt çantalarının içinde. Diasporada olanlar, sadece gidenler mi, yoksa kendi ülkemde bir gurbeti ve yabancı oluşu bu kadar beni bastıran hislerle yaşamam kişisel bir şizofreniden mi ibaret? Ülkemde ve asırlardır bana ait olan kentimde, mahallemde giderek bir yabancıyım sanki. Kapıları kapatın, pencereleri de, perdeleri de çekin ve en loş odamın en loş köşesinde sinerek, yaşadıklarımın bir kâbus, sadece bir kâbus olduğunu, dünyanın ve galaksimizin bir gün nasılsa zaten yok olacağını, bu yok oluştan binlerce yıl sonra, görüntü ve ışınlarımızın başka dünyalara ulaşacağını söyleyin, hadi avutun beni. Yaşasın ölüm, sevginin bittiği yerde, insanlığa paydos.
(...)
Manevi anlamda, ruh mimarlarımızdan Es’ad Coşan Hocaefendi’nin vefatı da bir burhan, bir delil. Cenab-ı Allah yardımcımız olsun, zira, âlimin göçüşü hayra yorulmaz, tabii biz geride kalanlar için. Çünkü âlimlerin ruhları, gönülleri bir merhamet ve bilgelik dinamosu gibidir. Onlar, dünyanın dengesi ve bir kazık gibi yeryüzüne çakılı olan dağlar gibidir. Manevi ve potansiyel, pozitif bir enerjiyi kaybettik bu boyutta. Fakat başka boyutta ve gerçek olan hayat elbette devam ediyor. “Allah’tan geldik ve O’na dönücüyüz.”
Es’ad Efendi’nin seksenli yılların gençliği üzerinde çok mühim tesirleri vardır. Özellikle İstanbul Üniversiteliler bilir, her hafta sonu üniversitelilere vakit ayırırdı Hocaefendi. İslâm Dergisi’nin tirajı en tepelerde gezinirdi, Hakyol Vakfı’nın hepimiz üzerinde terbiye ve hidayet hakkı vardır, ne güzel günlerdi, her gün yeni bir şeyler öğrenirdik, Hocaefendi de en az bizim kadar heyecanlanırdı. Ona “Görülmeyen Üniversite” denmesi bu yüzden. Zira seksenlerin tüm üniversite öğrencileri kendisinden muhakkak feyz almış talebelerdir, Allah rahmet eylesin. Hocaefendi gurbetteydi, aklıma Güney Afrika’daki Osmanlı Müftüsü Ebubekir Efendi’nin kabri geldi. Bu manevi muhafızlar, işte böyle dünyanın dört bir yanını beklemekte. Sonra, geçen yıl Avustralya’da kendisini ziyaret eden eşime yaptıkları nasihatler geldi aklıma, “Kur’an’a dönünüz ve çocuklarınıza Kur’an öğretiniz, ailelerinizi Kur’an’ı anlamaya yönlendiriniz” şeklindeki nasihatler ve “Dünyaya dönünüz ve yayılınız” nasihatındaki çarpıcı kader. Yani bazı zalimler gelir, sizi yurdunuzdan çıkarır atar, fakat siz gurbette başka dünyaları yakalarsınız. Tıpkı, Medine’ye hicrete yollanan Resûl (sav)’ün kısacık bir zamanda mesajını dünyaya yaydığı gibi... Gidenler; atılanlar ve kovulanlar değil, yayanlar ve genişleyenlerden olarak büyüyorlar. Dolayısıyla zalimlerin hevesleri kursaklarında kalıyor, zira dünya zaten gurbettir...
Şehirlerimizi ve evlerimizi o kadar sevmiştik ve onlara o kadar bağlanmıştık ki, şeytanî bir muhafazakârlıkla zulmü hep susarak ve hep seyrederek geçiştireceğimizi sanıyorduk. Oysa o evler de, yerler de, yurtlar da, şehirler ve ülkeler de sadece bir görüntüydü. “İleyhi râciun”a kadar her şey gurbetti aslında...