ES’AD HOCA...Asım Yenihaber
06.02.2001-Akit
Vatan bize gurbet oldu. “Öz yurdumuzda garip, öz vatanımızda parya” haline getirildiğimiz için diyar-ı gurbet birçoğumuza vatan haline geldi. Es’ad Hoca, vatanından, anababa yurdundan binlerce kilometre uzakta öte alemine göçtü. Ömür mühletini, Allah’ın kullarına, eşref-i mahlukata hizmet için kullandı.Türkiye, Avrupa, Amerika veya Avustralya.. Madem ki yeryüzü bize mescid kılınmıştır, hizmetin coğrafyası yoktur. Gönlümüz en azından arz kadar geniştir.
Duru yüzü, sevimli simasi, yumuşak sözü, şehirli tavırlarıyla bir mürebbi, bir mürşit resmi idi Es’ad Hoca. Asırlık Gümüşhaneli dergahının o kadar badirelerden, ifna ve telkin fermanlarından, yok etme ameliyelerinden, hor ve hakir görmelerden sonra da güler yüzlü varolma ifadesi..
İlahi uyumu arar ve telkin ederken içinde bulunduğu toplumla uyumsuzluğa düşmeden iyiliği emretmek, kötülüğü menetmek iradesinin tecessüm ettiği mekanlar her şeye rağmen varolmaya devam etti. Onlar resmiyette yoktu, “seddedilmiş” lerdi. Güneş seddedilebilir miydi? Ayın ışığı kapatılabilir miydi? Su, hava hükümsüz kılınabilir miydi? İnsan gönlü ilga veya iptal edilebilir miydi? İnsan, insan olmaktan, inanmaktan ve bağlanmaktan vazgeçebilir miydi?
İnsan olmanın, inanmanın ve bağlanmanın; nefsini, benini, ihtiraslarını aşarak daha da öteye geçip insan-ı kamil olmanın önü alınabilir miydi?
Coğrafyalar aşan, devirler geçen, bulun-duğumuz yerlere ve zamanlara kadar gelen bir gelenek, bir anlama, yorumlama tarzı; ahlakı, iyiliği, doğruluğa arayış cehdi.. İşte tarikat bu, tekke bu, dergah bu..
Kazanmanın, başarmanın, daha fazla madde elde etmenin, servet ü saman sahibi olmanın, hırsın, tamahın, zev-kin, hazzın, her türlü iktidarın alabildiğine tahrik ve teşvik edildiği, nefsi, beni yüceltmenin en aşırıya vardırıldığı bir devirde hizmetin, fedakarlığın, kanaatın, insanı mevki veya zenginlik gözetmeden sevmenin, belki de, mevki ve zenginlik sahibi olanları daha çok acıma duygusuyla kucaklamanın gerekliliği kendini daha fazla ortaya koymaz mı?
Es’ad Hoca, yüzyıllardır sürüp gidenin bir kesitinde vazifesini yerine getirdi, rolünü oynadı. Sistemin mekanizmaları içinde tahsilini tamamladı, diplomalarını aldı, ilim mertebesinin resmen en yükseğine ulaştı. Dilimiz, tarihimiz ve edebiyatımızı en yüksek seviyede öğrendi ve öğretti. Sistemin ölçütlerine göre bu böyle idi. Sahasının uzmanı, birkaç dil bilir, temsil kabiliyetli yüksek bir öğretim üyesi..
Resmi-şekli öğretim sistemi içinde öğretilebilirliğin bittiği yerde, Es’ad Hoca öğretimin sürdürülebileceği bir alanı seçti, mürebbi olarak hizmet için yola koyuldu. Her meslek ve meşrepten insanı eğitmenin ihtisas ötesi bir güç ve mesai gerektirdiği kesindi.
Es’ad Hoca’nın, sürüp gideni teknik olarak yenileme tecrübesine girişmesi ise bundan sonra daha fazla üzerinde konuşulacak ve tartışılacak bir konudur.
Dergiler, gazeteler, yayıncılık, radyo, televizyon, okul, hastane ve başka işler... Zahid Efendi’nin araçsız ve aracısız gelenekten tevarüs ettiği gibi sürdürdüğü kalpleri diriltme yolu ile, her türlü cihazı kullanarak irşad faaliyeti.. Dergilerimiz, gazetelerimiz, radyolarımız, televizyonlarımız, şirketlerimiz, holdinglerimiz oldu.. İyi mi oldu, kötü mü oldu?
Es’ad Hoca, sonunda bütün bunların olduğu bir ülkede değil, olmadığı bir ülkede irşad faaliyetlerine devam etmek zorunda kaldı. Ondan son alınan haberler, her hafta veya ay bir cami açtığı, bir kiliseyi camiye çevirdiği şeklindeydi. Türkiye’de camiler şeklen açık tutulurken, İslâmi görünürlük üzerinde baskılar yoğunlaşırken, binlerce kilometre ötede Es’ad Hoca, cami açıyor, kiliseleri camiye çeviriyor.
Hizmet için mesai sarfederken gurbette teslim-i ruh etti. Allah rahmet eylesin...