ARD ARDA İKİ ÖLÜMİhsan Deniz
12.02.2001
Önce ilim ve tasavvuf dünyamızın pek kıymetli şahsiyetlerinden olan Prof. Dr. Es’ad Coşan Hocaefendi’yi, kendi yurdundan çok uzak diyarlarda Avustralya’da kaybettik; ardından yayın ve edebiyat dünyamızın en önemli sîmalarından Ahmet Kabaklı’nın vefâtıyla bir kez daha sarsıldık. Türkiye, yeri kolay kolay doldurulamayacak bu iki ismin ölümüyle, hiç şüphesiz biraz daha çoraklaştı...Es’ad Coşan Hocafendi; âlim, fâzıl, mürşid bir zât idi. Ehl-i gönüldü. Yalnız Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde öğrenciler yetiştirdi, sohbet halkaları kurdu, İsm-i Azam’ı zikreden dil ve kalplere sahih bir tarîk eşliğinde rehberlik etti, ümide ses verdi. Kültür hayatımıza da birbirinden değerli katkıları oldu Es’ad Coşan’ın: Dergiler çıkardı, kitaplar yayımladı, gazete yayınına öncülük etti. Tüm bu faaliyetler neticesinde ilim ve irfan sahasına dönük ceht ve gayretiyle ‘insan yetiştirmek’ amacına matuf girişimlerinin meyvelerini toplamak imkânına fazlasıyla kavuştu. Son nefesine kadar, tüm insanlığa sevgi, barış, hoşgörü çağrılarında bulundu.
Toplumsal yapının temel ihtiyaçlarını karşılamak babından hastahaneler, okullar, kreşler, kitabevleri, ticarî müesseseler tesis etmeye yönlendirdi insanları. Hayatını Allah rızasına adamış bir ömrün en verimli çağında elim bir trafik kazasına kurban gitmesi, gerçekten hüzün vericiydi. Es’ad Coşan Hocaefendi, İslâmî hassasiyeti olan kesimler için “Sivil Toplum Kuruluşları”nın günümüzdeki önem ve önceliğine sürekli vurgu yapmıştı. Radyo yayıncılığına da destek veren Es’ad Coşan’ı, kasetlere alınan konuşmalarındaki o naif ses aracılığıyla tanıyabildim.
Son dönemde kendisini Avustralya gibi dünyanın taa öte yakasında ikâmete mecbur bırakan ‘lâik irade’, vefatı sonrası ailesinin tek dileği olan Süleymaniye haziresine defnine de rıza göstermedi. Ve henüz Hocaefendi defnedilmeden koparılan gürültüler içinde, tasavvuf dünyası-na ait halkaları birer “koyun sürüsü” biçiminde nitelendiren ‘iğrenç tipler’in bu sözleri, tarihin ayıplar hânesine çoktan yazıldı.. Bunların yaşa-dıkları inkıbâz sorununun şifasız bir dert olduğu da bir kez daha anlaşıldı.