İKİ KAYIPD. Mehmed Doğan
Akit
Es’ad Coşan, bu ülkenin okullarında okumuş, akademik hayatında kendini kabul ettirmiş, bir ilim adamına devrimizde verilen en yüksek unvanı almış bir üniversite hocası idi. Sıradan, esersiz, verimsiz bir üniversite profesörü değil, edebiyat, ilim ve yayın tarihimizle ilgili ciddi çalışmaları ve neşirleri olan bir bilim adamı idi. Onun bu yönü tamamen gözardı edildi. Hiçbir yayın kuruluşunda Es’ad Coşan’ın gerçek biyografisi verilmedi, eserleri hakkında üç beş cümle edilmedi. Yaptıklarının ne anlama geldiği konuşulmadı. Toplum nezdinde hiçbir anlamı olmayan korku ve dehşet oluşturmaya yönelik sansasyonel haberler üretildi. Faydasız ve sonuçsuz tartışmalar yapıldı. Hiçbirinin kelime anlamı bile bilinmeden tasavvuf, tekke, tarikat, şeyh vb. konularında yığınla laf edildi. Toplum bundan olumsuz bir etkiye kapıldı mı? Bu konuda bir şey söylenemez. Fakat en azından yönetici elitin bir kısmının böyle bir etkilenmenin konusu olduğu kesindir.Mahmud Es’ad Coşan Hoca, bize göre, ilim adamlığı yanında, bir sivil toplum öncüsü idi. İyiliği emretme, kötülükten uzak tutma çizgisi içinde insanları, toplulukları eğitmek, yetiştirmek, olgunlaştırmak “kâmil insan” yapmak isteyen bir sivil toplum öncüsü. Bugün Türkiye’de bunun üniversite öğretiminden daha önemli bir konu haline geldiğini görmek zorundayız. İnsan unsurumuz resmi tedrisattan geçirilmekle, eğitilmiş olmuyor; belki şöyle böyle bilgilendirilmiş oluyor. Maddi varlığı doğru veya yanlış güçlendirilmiş oluyor.
Fakat, eğitim nasıl “terbiye” kelimesinin yerini tutmuyorsa, eğitim mekanizmasının verdikleri de iyi insan, ahlâklı vatandaş, dengeli birey olmayı sağlayamıyor. Es’ad Hoca’nın geniş bir açık eğitim faaliyeti yürüttüğünü, insanları iyiliğe, güzelliğe, ahlâka çağırdığını görmezden gelerek ülkemizin hiçbir meselesini halledemeyiz.
Es’ad Coşan Hoca, bu işi geleneksel vaz ü nasihat şeklinde ve geleneksel mekânlarda yapmaya çalıştığı gibi, çağdaş iletişim araçlarını devreye sokarak da yapmaya çalışmıştı. Onun, başarılı bazı aylık dergi denemelerinden sonra, daha da ötede, kitlelere ulaşmak için günlük yayın organı vücuda getirmek istediğinin şahitlerindeniz.
1980’lerde Türkiye Yazarlar Birliği’nin Ankara Hatay Sokak’taki mütevazı merkezini ziyarete gelen Es’ad Coşan Hoca ile sohbetimizin ana konusu bir günlük gazete yayınlamanın gerekli olup olmadığı ve yayınlanabilirliği idi. Bu istişareden çıkan sonuç, topluma ulaşmada bu aracın ihmal edilemeyeceği idi.
Es’ad Hoca, sosyal, zihnî, ruhî sağlığını hızla kaybeden toplumumuzun sağaltılması için mesai sarfeden bir ilim adamı, sivil toplum önderi idi. Bu mesaisini yalnız Türkiye’de sarf etmedi, binlerce kilometre ötede yeni bir hayat kuran vatandaşlarımızın yanına giderek de sürdürdü.
Onların yalnız dinî bağlılıklarını değil, vatanî ilgilerini de kuvvetlendirici gayretler sarfetti. Gurbetteki vatandaşlarımız üzerinde bu mesainin nasıl diriltici, nasıl hayat verici olduğunu tahmin etmek güç değildir. Vefatından sonra Es’ad Hoca’nın kişiliği etrafında değilse bile, ona aidiyeti ifade eden kurum etrafında oluşturulan kuşku ve korku bulutlarının hakikati örtmediğini cenazesine kitlelerin gösterdiği alâka ortaya koymaktadır.
Cuma günü Fatih Camii’ne yaklaşmak saatlerce öncesinden imkânsız hale gelmişti. Birçokları gibi biz de izdihamdan ötürü külliyenin bir yerinde ona karşı son vazifemizi güçlükle yapabildik. Bu kadar alâka, vefatından sonra Türkiye’de kaç kişiye nasib olmuştur? Hangi cumhurbaşkanı, hangi başbakan böyle bir sevgi halesi ile çevrelenmiştir? Cumhurbaş-kanlarımızdan Turgut Özal hariç böyle bir kitle ilgisinin görülmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Es’ad Hoca’nın vefatı bize birçok konuda dersler veriyor. Elbette ders alana!