ÇAĞIN MEVLANASI’YDIÖzlem C. Atik
Eğitim-Bilim, Mart 2001
(BBP Yozgat eski milletvekili İsmail Durak Ünlü Es’ad Hocaefendi’yi anlattı)
—Es’ad Coşan Hocaefendi’nin cenazesine onbinlerce kişi katıldı. Bu insanların arasında Hocaefendi’ye bağlı olmayanlar da vardı. Medyaya ve birtakım çevrelere rağmen Hocaefendi’nin toplumda bu kadar sevilmesini neye bağlıyorsunuz?—İnsanımızın ruhunda, geleneğinde kadirşinaslık mevcuttur. Kendi değerlerini temsil edeni, yaşatanı, o değerler için mücadele edeni her türlü harici engellere rağmen sever ve sayar. Onu kendinin bir parçası olarak görür. Kendi yapamadığını yapan insanlara gönlünde ayrı bir yer ayırır. Hocaefendi, milletinin değerlerini her ortamda hiçbir taviz vermeden savunan müstesna bir şahsiyetti. Milletimiz kendi değerlerini vatanından 20.00 km uzakta yaşatan ve bu uğurda can veren Hocaefendi’ye bir vefa borcu olduğunu düşünerek hiçbir suni ayrılığa itibar etmeksizin cenazesine katıldı ve Hocaefendi’nin hizmetlerinde kendi yapmak istediklerinin bir parçasını buldu. Bu nedenle cenazeye katılımın yoğun olduğunu düşünüyorum.
—O, Mehmed Zahid Efendi’den aldığı ve temsil ettiği çizgiyi nereye getirdi, yani öğrencilerine nasıl bir miras bıraktı?
—Mehmed Zahid Kotku’dan (rh.a) alınan çizgi ve temsil edilen tasavvuf anlayışı, Hocaefendi ile birlikte geleneksel hizmetle birleştirilip temel anlayışa bağlı kalarak çağa uygun, günümüz insanının ihtiyaçlarına cevap veren bir hizmet anlayışıyla devam etti.Hocaefendi’yle birlikte dini amaca yönelik gönüllü sivil toplum kuruluşlarının yanında, toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek eğitim, sağlık, çevre ve sosyal hizmet içerikli sivil toplum örgütlerinin kurulması yaygınlaştı, bu tür faaliyetler bizzat Hocaefendi tarafından teşvik edildi, böylelikle halka hizmetin ibadet olduğu düsturu hayata geçirildi. Yıllardır dışa açılma halinde kendi değerlerinin zarar göreceği düşüncesinde olan insanımız, Hocaefendi ile birlikte dışa açılmayı öğrendi. Bu çerçevede yurt içinde ve dışında aile eğitim etkinlikleri düzenleyerek insanımızı önce yurt içine daha sonra da yurt dışına açılmaya teşvik etti.
İletişime önem verdi
Yine Hocaefendi zor zamanlar olarak nitelendirilen dönemlerde, kadın ve aile, çocuk, ilim, sanat ve İslâm konularında dergi yayıncılığına başlanmasına da öncülük etti. Halkımızın öz değerlerinin radyo ve televizyon aracılığıyla daha geniş kitlelere ulaşmasına katkıda bulundu. Son zamanlarda da internet üzerinde yayıncılığa önem vererek mesajın tüm dünyaya iletilmesini amaç edinmişti.
Hocaefendi’nin çalışma ve fikirlerini inceleyen yerli ve yabancı uzmanlar Onun İmam-ı Gazali ve İmam-ı Rabbani çizgisinde bir tecdit hareketi geliştirdiği kanaatinde birleşmekte, Hocaefendi’yi tasavvufi düşüncenin günümüzdeki en önemli temsilcisi olarak tanımlamaktadır. O, kendi geleneği içerisinde yeni bir isimle anılacak kadar köklü değişiklikler yapmıştır. Öğrencilerine, evrensel değerlerin tüm insanlara ulaştırılmasını ve bu değerlerden taviz verilmemesi gerektiğini, gerekirse bunun için hicret edilmesi düşüncesini miras bırakmıştır diyebiliriz.
Netice olarak Hocaefendi, Mehmed Zahid Kotku’dan aldığı dini ve milli değerleri dünyaya açmış ve onun mesajının evrensel olduğu gerçeğini göstermiştir.
—Hocaefendi, sohbetlerinde sık sık özgür ve gelişmiş bir Türkiye özlemini dile getiriyordu. Faaliyetlerini ve şahsi görüşlerini bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
—Hocaefendi vatan sevgisinin imandan olduğunu sık sık tekrarlandı. O ülkesinin öz değerlerini savunuyor ve yaşıyordu. Bu değerleri evrenselleştirmenin mücadelesini veriyordu. Vefat ettiği coğrafya ve dünya çapındaki faaliyetleri bunu gösteriyor. Mesela Avustralya’da Ermeni Lobisi’ne karşı mücadele etmiş ve olumlu sonuçlar elde etmiştir. O yurt dışındaki insanlarımızın bulundukları ülkelerde gönüllü elçi gibi hareket etmelerini öğütler, teşkilatlanmalarını ister ve sağlardı. Öğrencilerine yabancı kelimeleri kullanmamalarını, mümkün olduğu kadar Türkçe kullanmayı tavsiye ederdi. Hatta, yabancı kelime için kullanılan her bir yabancı kelime kullananları caydırmak için kullanılan her bir yabancı kelime için sadaka verilmesini isterdi.
Ülkesinin güçlü, insanlarının hür olmasını isterdi. Bilirdi ki hür insanların ülkesi de daha güçlü olur. Halkı açık hapishanede yaşayan bir ülkenin güçlü olmayacağını, düşmanlara karşı koyamayacağını bilirdi. Ülkesinin güçlü olması, düşmanlarının ülkenin toprağında gözü olmaması için insanlarımızın yarın savaşa giriyormuş gibi hazır olmasını isterdi.
Yapmadığını söylemezdi
—Siz Hocaefendi’yi yakından tanıyan birisiniz. O’nun hem akademik hem de dini kimliğinin yanında toplumda geniş kabul görmesini sağlayan şahsi özelliklerinden bahseder misiniz?
Hocaefendi gerçek bir mürşid-i kamildi. Peygamber varisi, takva sahibi, merhametli ve vefatı idi. En büyük vefa borcumuzun Allah’a olduğunu söylerdi. Allah’a iyi kulluk edeceğiz diye ahid verdiğimizi, verdiğimiz bu söze riayet etmemiz gerektiğini söylerdi. Allah’ın dinine en güzel hizmet etme görevinin omuzlarında olduğunu düşünür ve bu düşünce ile çalışırdı. Kendi talebelerine söylediğini nefsinde yaşardı. Allah, sevdiği kullarını diğer kullarına da sevdirir kuralından hareketle Hocaefendi’nin Allah tarafından toplumumuza sevdirildiğini, geniş kabul gördüğünü düşünüyorum.
—Hocaefendi’yi farklı kılan yönleri nelerdi?
—Hocaefendi zor olanı yapardı. Ruhsatı değil, takvayı seçerdi. Bir de Hocaefendi’nin “Yeryüzü mescid kılınmıştır” düsturunu da en açık bir biçimde dünyanın dört bir bucağında bizzat ikamet ederek, oralarda mescitler açarak ve kendi nefsinde yaşayarak gösterdiğini düşünüyorum. Bana gör bu da Hocaefendi’yi farklı kılan bir diğer husustur. O, şahsında yaşadıklarıyla, fikirleriyle, icraatlarıyla Türkiye ve Müslümanlar için özgün bir tecrübeydi. Yaşadığımız yüzyılda Ahmed Yesevi, Mevlana, Yunus Emre çizgisini ve misyonunu çağın şartlarına uyarlayarak devam ettirdi. Hem akla hem gönle hitap etti. Hocaefendi kendi geleneği içerinde manevi ve akademik kariyeri aynı çizgide buluşturan ilk ve tek örnektir.
—Hocaefendi’nin siyasete ve siyasetçilere bakışı nasıldı?
—Hocaefendi her olayın ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini söylerdi. Bu çerçevede insanlar için de aynı ilkeyi önerirdi. Parti taassubunun değil, liyakatin esas alınması gerektiğini söylerdi. Bu nedenle partiden ziyade partilerin gösterdiği adayların ele alınmasını, değerlendirilmesini ve milletinin öz değerlerine sahip çıkan kişilerin siyasette de hangi partiden olursa olsun desteklenmesi gerektiğini vurgulardı. Hocaefendi birleştiriciydi. Birlikte rahmet, ayrılıkta azap olduğunu söylerdi. Bu nedenle talebeleri arasında her partiden insan olduğunu düşünüyorum. O siyaset üstü ve sıcak politik tartışmaların dışında kalma konusunda kararlılığını sonuna kadar sürdürdü.
BİR ARAYIŞ HİKAYESİ
1983 senesinde yaz tatili dolayısıyla memleketim olan Yozgat’ın ilçesi Sorgun’a gitmiştim. Daha önceden tasavvuf konusunda çok olumsuz düşünen ve Sorgun Lisesi’nde tarih öğretmeni olan eniştem, bu konudaki görüşlerinin değiştiğini ve intisap ihtiyacı duyduğunu söyledi. Babam “Yozgat’ta bir büyük dururken başka yere gidilmez” dedi. O, Ahmed efendi Hazretlerine intisaplıydı. Ben de bir saygısızlık etmemek için; “Önemli olan senin niyetindir. Allahü Teala’dan rızasına uygun bir kapıya seni ulaştırması için dua et. Samimi olarak istersen o kişi gelir seni bulur” dedim. İstanbul’a döndüm. Ben İstanbul’da öğrenciydim. Hocaefendi beni de ailemi zahiren tanımıyordu. Eylül ayının ortalarında Bahar Yayınevi’nin sahibi Osman Başpehlivan Ağabey “Sana kızkardeşinden mektup getirdim” dedi. “Siz benim kız kardeşim olduğunu bile bilmiyorsunuz, hayırdır nerede tanıştınız?” dedim. Osman Ağabey “Haftasonu Hocaefendi ile Sivas’a gittik. Yolculuğumuz sırasında Sorgun’a girince öğle ezanı okunmuştu. Girişte sağdaki ilk camiye yöneldim. Hocamız “devam et” buyurdu. İlçe merkezindeki camiye geldik. Yine “Devam et” buyurdu. Sorgun’un çıkışında solda bir cami vardı. O camiyi görünce “Namazımızı burada kılalım” buyurdu. Namaz kılınmış, biz gecikmiştik. Cami imamına hocamızı tanıttım. O da eve gitti ayran hazırlatmış, o sırada orada bulunan enişten “Ayranı kime götürüyorsun, getir içelim” demiş. İmam efendi Hocaefendi’den bahsedince birlikte gelip Hocamız’ın eline öptüler.” Diye anlattı.
Daha sonra eniştem onları evine davet etmiş. Hocaefendimiz de Sivas dönüşü uğrama sözü vermişler. Dönüşte kızkardeşimin evinde yatıya kalmışlar. Sabah babamlara da misafir olmuşlar, babamlar tüm yakın çevreyi eve davet etmiş. Hocaefendimiz de sohbetlerinin sonunda ders tarif edip İstanbul’a dönmüşler.
Kaddesallahu sırrahul aziz.