MERHUM ŞEYH ESAD EFENDİMehmet Şevket Eygi,
13.2.2001 Milli GazeteBİRKAÇ yıldan beri Avustralya'da yaşayan Nakşibendî şeyhi Profesör Esat Coşan müessif ve müellim bir kaza neticesinde bu fanî âleme veda etti. Damadı ve yardımcısı olan Profesör Ali Yücel Uyarel de bu kazada hayatını kaybetti. Müslümanlar bu kayıplardan dolayı üzüntü ve heyecan duydular. Cenazeler Türkiye'ye getirildi. Bakanlar kurulu merhumların Süleymaniye camii haziresindeki (mezarlığındaki) boş yerlere gömülmeleri için izin çıkardı. Cumhurbaşkanı takdir hakkını kullandı, kararnameyi imzalamadı, bunun üzerine merhumlar Eyüb Sultan mezarlığında toprağa verildi. Esad Coşan ve damadına Cenab-ı Hak'tan rahmet, mağfiret diliyor; yakınlarına, bağlılarına ve Müslümanlara tâziyette bulunuyorum.
Cenazeleri Fatih camiinden son cuma günü kaldırıldı. Caminin içi, son cemaat mahalli, avlusu, etrafı dolmuştu. Hattâ kalabalık, bahçe duvarları dışına da taşmıştı. Oradaki topluluk yüz bin kişinin altında değildi. Ertesi günü din karşıtı gazetelerden biri, kalabalığı on beş bin kişi olarak yazdı. Gülmek mi, öfkelenmek mi gerekir... Bu vefat hadisesi tarikatları gündeme getirdi; bilen bilmeyen yazarlar, medyacılar, aydınlar konuştular, yazdılar, tartıştılar, fikir ve görüş beyan ettiler. Şurası inkâr edilmez bir realitedir ki, yasağa rağmen Türkiye'de tarikat vardır, şeyh vardır, mürid vardır. Zaten 1925'te çıkartılan kanun tasavvufu değil, tarikatları yasaklamıştır. Tasavvufu yasaklamaya hiç kimsenin gücü yetişmez. 1925'te iki devlet tarikatları yasakladı.
Biri Avrupalılaşmak, din bağlarından kurtulmak isteyen Türkiye; diğeri ise katı, fakat heterodoks bir din rejimine sahip olan Suudî Arabistan. Birtakım gedikli ilahiyat profesörleri İslâm dininde, Kur'an’da tarikat ve tasavvuf olmadığına dair propagandalar yaptılar, halkın zihnini karıştırdılar. Tasavvuf evrensel bir hâdise ve müessesedir. Allahsız rejimlerin, ideolojilerin de mistisizmi olmuştur, vardır. İslâm âlemindeki tasavvuf İslâm dininin bir boyutudur. İslâmî tasavvufun kaynakları Kur'an ve Sünnettir. Bazı oryantalistler (doğubilimciler) tasavvufun Hint veya Yunan felsefesi kaynaklı olduğunu iddia etmişlerdir ki, bu iddialar yanlıştır, gerçeğe uymamaktadır. Bu kişiler ya kasıtlı hareket etmişlerdir, yahut da tasavvufun evrenselliği dolayısıyla bu yanlış zehaba kapılmışlardır.
Tasavvufun esası zühdtür, yâni dünyaya önem vermemek, ona bel bağlamamaktır. Zühd Kur'an’da da vardır, Sünnette de. Müslümanlar için en güzel örnek ve model olan Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun O'na) zâhidâne yaşamış, dünya zenginliklerine ve rahatlıklarına önem vermemiştir. Ashab-ı güzin de böyle yapmıştır. Her asırda yaşayan büyük din âlimleri, büyük şeyhler ve mürşidler, örnek Müslümanlar zâhid ve müttaki (takvalı) kimselerdi. Tasavvufu inkâr eden şu adama bakınız: Din yoluyla dolar milyoneri olmuş. Bir eli yağda bir eli balda. Peygamber'i dışlamak, devre dışı bırakmak ve onun yerine kendisi beşîr ve nezîr (müjdeleyici ve uyarıcı) olmak istiyor. İslâm dininden nebevî geleneği ve irşadı kaldırmak; dinsizlerin tâlimatı üzerine Şeriatsız ve fıkıhsız sahte bir İslâm türetmek istiyor. Bunun tasavvuf ve tarikatlar aleyhindeki görüşlerine itibar olunur mu?
İmamı Gazalî hazretlerinin küçük, fakat çok önemli bir risalesi vardır. El-Munkizü mine'd-dalâl (Sapıklıktan Kurtuluş) adındaki bu kitapçıkta, o büyük âlim ve imam (din önderi) İslâm âlemindeki en samimî, en doğru yolda olan tâifenin sûfîler, yani tasavvuf ve tarikat erbabı olduğunu beyan buyurur. Tasavvufta ve tarikatlarda ana ölçüler nelerdir? Birincisi: Tasavvufî hayat ve tarikatlar mutlaka ve mutlaka Şeriat hükümlerine uygun olacaktır. Şeriatsız, Şeriat dışı tarikat olmaz. İkincisi: Şeyhlerin mutlaka icazetlerinin olması gerekir. İcazet islâmî bir diplomadır, izinnâmedir.
Bir şeyh, kendisinden sonra yerine geçecek kimseye icazet verir; bu belgede, o şeyhin ta Resulullah'a ulaşıncaya kadar şeyhlik silsilesi yazılı olur. Osmanlılar zamanında her şeyhin icazeti vardı. Tarikatlar yasaklanınca bu sahadaki disiplin, denetim bozuldu, birtakım bozukluklar başladı. Üçüncüsü: Bir tarikata şeyh olan kimsenin kâmil ve mükemmel olması gerekir. Yâni hem kendisi olgun ve yüksek dereceli bir Müslüman olacak, hem de kendisine bağlananları olgunlaştırabilecek bir mânevi güce sahip bulunacaktır. Kâmil ve mükemmel olmayan kişi zâhirde şeyh olsa bile, gerçekte bir müteşeyyihtir, yâni şeyh taslağıdır.
Onlardan Allah'a sığınırız. Hakikî ve faydalı İslâm tarikatlarının, siyasî ve iktisadî faaliyetlerin dışında ve üzerinde kalmaları gerekir. Çünkü siyaset de, ticaret de netameli, kirli, kirletici faaliyetlerdir. Bu demek değildir ki, tarikatlar siyasete ve iktisadî faaliyetlere tamamen yabancı olacaklardır. Hayır, onlara doğrudan doğruya karışmayacaklar ama olgun, iyi, faydalı politikacılar ve iş adamları yetiştirerek dolaylı şekilde siyasetin ve ticaret işlerinin islahına çalışacaklardır. Hakikî bir şeyh ve mürşid Resûl-i Kibriya (aleyhissalatü vesselam) Efendimizin vekili, halifesi, varisi durumunda olduğundan doğrudan doğruya para, ticaret, finans işlerine bulaşmaz. İslâm âleminin bir zamanlar yücelmesini sağlayan fütüvvet, ahîlik, loncalar gibi teşkilâtlarda tasavvufun ve tarikatların büyük tesiri olmuştur. Eskiden bu ülkede din ve devlet barışıktı, işbirliği içindeydi.
Tarikatlar, tasavvufî faaliyetler kontrol ediliyordu. En son Meşihat'ta (Şeyhülislamlık makamında) Meclis-i Meşâyih adında bir kurul vardı; tarikatları, şeyhleri, tasavvufî faaliyetleri denetlerdi. Dine, Şeriat'a aykırı bir husus görülünce hemen müfettiş gönderilir, tahkikat yapılır, kötülük önlenir; gerekenlere ihtarda bulunulur, ceza verilir, hattâ icap ediyorsa suçlu tard edilirdi. Tarikatlar yasaklandıktan sonra da tasavvuf hayatı devam etmişti. Tekke, zaviye, dergah binası kapatıldıysa ne gam. Müslüman için şu engin gökyüzü bir kubbe değil mi, şu uçsuz bucaksız yeryüzü bir zikir yeri değil mi? 1935’te bu ülkede Mason locaları da kapatılmıştı. Ancak, on sene sonra tekrar açıldılar. Tarikatlar üzerindeki yasak da kalkmalıdır.
Nâzım Hikmet’i yeniden Türkiye vatandaşı yapmak için resmen çalışılırken islâmî tarikatların hâlâ kapalı tutulması hukuka, demokrasiye, gerçek lâikliğe, temel insan hak ve hürriyetlerine, millî irade ve kimliğe aykırı bir yasaktır. Türkiye artık tabular, yasaklar ülkesi olmaktan kurtarılmalıdır. Tarikatlar tekrar açılırsa, bu sahaya bir denetim getirilecek ve birtakım sahte şeyhlerin, din sömürücülerinin istismarcılık yapmaları önlenecektir. Tarikatların yasak edilmesi Türkiye’de bir sürü yozlaşmaya, dejenerasyona, yabancılaşmaya vesile olmuştur. Manzara ortadadır. Gerçek bir tarikata girmiş ve kâmil bir mürşidden terbiye almış olan iyi bir Müslüman, aynı zamanda iyi vatandaş olur. Rüşvet yemez, riba işlerine bulaşmaz, bütçe hortumlaması yapmaz; devlete, ülkeye, halka zarar vermez; fesada ve fitneye değil salâha hizmet eder. Şu anda din ve tarikat sömürüsü yok mudur? Vardır ama bunun sebebi yasaklar, tabulardır, denetimsizliktir. Bu kötülükleri önlemenin yolu din hürriyetini zincirleyen yasakları kaldırmaktır. Gerçek lâiklikte din işleri ve hizmetlerini devlet yürütmez, bunlar dinî cemaate bırakılır.
Ülkemizde Sabataycılar denilen gizli, esrarlı, güçlü bir cemaat vardır. Bunlar dıştan Müslüman görünürler ama gerçekte heterodoks bir Yahudi cemaatidir. Onlar bu ülkede ne kadar hür, rahat, güvenli yaşıyorsa çoğunluğu teşkil eden Müslümanların da en az onlar kadar hür, güvenli, korkusuz olmaları gerekmez mi? Eşitlik ilkesi bunu gerektirmez mi?
Müslüman kardeşlerime tavsiye ediyorum: Şeriata uygun hakikî tarikatlara giriniz. Kâmil ve mükemmel şeyhler bulup onlara intisap ediniz. Bazı ipuçları vereyim: 1. İtikadda ehl-i sünnet ve cemaat mezhebi üzere olacaklar; Kur’ân, Sünnet, Selef-i Sâlihîn yolundan gideceklerdir. 2. Başta beş vakit namaz olmak üzere bütün ibadetleri, farzları ve sünnetleriyle yerine getireceklerdir. 3. Farz namazları cemaatle kılacaklardır. 4. Güzel ahlâk, edeb, yüksek terbiye vereceklerdir. 5. Müridlerinden para toplamayacaklardır. Müridlerini kaz gibi yolan, inek gibi sağan tarikatlara girmeyiniz. Gerçek bir tarikata giren, kâmil bir şeyhe intisab eden Mevlâsını bulmuş olur. Bozuk tarikata giren, şeyh taslağına intisap eden de belâsını bulur. Tarikata girmek nasip meselesidir. Tarikata dâvet olmaz. Dâvet dine ve imanadır. Kur’ân’a ve Sünnete uygun faaliyet gösteren hakikî tarikatlara ve kâmil şeyhlere hürmetlerimi arzederim. Efendiler bu fakirden dualarını eksik etmesinler.