TÜRKİYE'NİN MÜSLÜMANLIK'LA İMTİHANIYusuf Kaplan [email protected]
5.02.2001Hayatımızın, "hayat-dünyamız"ın mimarlarından Esad Coşan Hocaefendi de, özyurdundan binlerce kilometre uzakta Avustralya'da ukba alemine hicret etti. Onca tehdit ve sindirme girişimlerinden sonra zorunlu olarak önce özyurdundan; sonra da insanın kafasında bir yığın soru işareti, kuşku uyandıran tuhaf bir trafik kazasının ardından bu dünyadan ukba alemine göç etti..
Esad Hoca ve son yirmi yıl boyunca ard arda kaybettiğimiz Topbaş Hoca, Sami Efendi, Mahmut Hoca, Mehmet Erol Hoca, Kozak Hoca ve nihayet Mehmet Zahid Kotku Efendi gibi insanlar, sadece manevi dünyamızın imarı ile değil, "maddi" dünyamızın tanzim ve tamiri ile de uğraşan, cehdü cefa çeken insanlardı. Ersin Gürdoğan'ın deyimiyle tastamam birer "görünmeyen üniversite"ydiler: ("Görünmeyen üniversite" olarak adlandırılan bu kutlu insanlar arasında Fethullah Hoca'nın da büyük bir yeri olduğunu vurgulamakta yarar görüyorum.)
Bu kutlu insanlar, ülkede barışın, kardeşliğin, selametin, huzur ve sükun ortamının tesis ve temin edilmesinde gerçekten "görünmeyen üniversite" gibi gecelerini gündüzlerine katarak çaba ve gayret gösteren kamil insanlardır: Bir yandan nefsimizin terbiye ve tezkiyesi için, öte yandan da neslimizin talim, terbiye ve tekamülü için cehdü cefa çeken kutlu insanlar.
Burada modern dünyada eşi-benzeri görülmeyen bambaşka bir insan (proto)tipi ile karşı karşıyayız: Hem kendilerini aşmış, hem de hayatlarının her anını bu ülkenin ve toplumun daha kamil, daha iyi yetişmiş, daha fedakar, daha vefakar, daha cefakar insanlardan teşekkül etmesi için yoğun çaba gösteren kutlu bir insan ve önder tipi...
Toplumun kahir ekseriyeti bu kutlu insanların üstlendikleri yükün ve rolün çok iyi farkında. Ama ne yazık ki, ülkeye vaziyet eden küçük bir azınlık bu durumdan fena halde ürküyor. Bu insanların bu ülkenin temellerini dinamitlemekten başka bir şey yapmadıklarını söyleme aymazlığı gösteriyor.
Oysa bu zihniyeti ve söylemi dillendiren ve körükörüne, büyük bir aymazlıkla hararetle savunanların anlamaları gereken hayati bir gerçek var: Tüm baskılara, sindirme çabalarına, Müslümanlığa karşı geliştirilen tüm stratejilere, proje ve politikalara rağmen Müslümanlık bu toplumu önceden olduğu gibi bugün de ayakta tutan, tüm zorluklara göğüs germesini sağlayan en temel dinamiktir. Bu dinamik yok edildiği zaman bu toplum, hem varlık nedenini yitirecek, hem de dolayısıyla dayanma gücünü kaybederek büyük siyasi, ekonomik ve toplumsal çalkantıların, kaosların, felaketlerin eşiğine sürüklenmekten ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktan kurtulamayacaktır.
Çünkü bu ülkede, insanların hem iç, hem de dış dünyalarını aynı anda anlamlı kılan Müslümanlık'tan başka bir dinamik, bir deneyim yoktur. O yüzden Müslümanlığın yerini doldurmak amacıyla geliştirilen bütün ideoloji, proje ve söylemler, bu ülkede kriz üstüne kriz, çözümsüzlük üstüne çözümsüzlük üretmekten başka bir işe yaramamış ve bu nedenle ülke sonuçta her bakımdan batağın ortasına saplanıp kalmış ve yönetilemez hale ge(tiri)lmiştir.
Oysa hiçbir ülke, bindiği dalı keserek, yani kendi toplumunu, kendi toplumunun en temel dinamiklerini hiçe sayarak bir yere gelememiştir.
Artık aklımızı başımıza devşirmenin zamanı çoktan geldi de geçiyor bile: Ülkede son üç-dört yıldan bu yana, ülkede müslümanlığın izlerini silmek, gelecek kuşakların müslümanlıkla, İslam kültürü, düşüncesi, medeniyeti ile ilişkilerini, bağlantılarını sıfırlamak amacıyla geliştirilen ve uygulanan projeler, ülkeyi tam bir çıkmaz sokağın eşiğine, ürkütücü bir karabasan ortamına sürüklemiş; ülkemizin içerde ve dışardaki hareket alanlarını daraltmış, toplumumuzun dinamizmini, enerjisini, zengin tarihsel deneyimini su gibi harcamış ve Türkiye'yi yönetilemez, hastalıklı bir ülke haline getirmiştir.
Bu acı gerçekler bize artık bir şeyi çok iyi öğretmiş olmalı: Bu ülkenin toparlanması, silkinmesi ve her bakımdan güçlenmesi gerekiyor. Bir ülke, kendi toplumsal dinamiklerini hiçe sayarak; toplumun duyarlıklarını, bu toplumu her şeye rağmen ayakta tutan, hayata tutunduran temel yapıtaşlarını yok ederek, kendi sonunu hazırlamaktan başka bir şey yapmış olamaz.
O halde, tez elden bu ülkenin, kendi dinamikleriyle, kendi toplumunun hayatta kalmasını sağlayan temel yapıtaşlarıyla savaşmaktan vazgeçerek barışmanın yollarını araştırmak zorunda.
Bu ülkenin yeniden büyük, güçlü, onurlu bir ülke olması için herşeylerini feda ederek cehdü cefa çekmeyi göze alan "görünmeyen üniversite"lerini, kutlu insanlarını, bu insanların temsil ettikleri ve yeniden yeşertmeye çalıştıkları temel dinamikleri ve yapı taşlarını sindirmekten, bastırmaktan, bu insanlara ve topluma sürgün hayatı yaşatmaktan vazgeçmenin yollarını bulmak zorundayız.
Türkiye'nin yeniden silkinebilmesi için yenilgi ve dolayısıyla bozguna uğramışlık psikolojisinden kurtulması ve müslümanlığa karşı verdirilmek zorunda bırakıldığı bu ülkenin temellerini, dinamiklerini dinamitleyen tehlikeli sınavı bu ülkenin ve toplumun menfaatine olacak şekilde sonlandırmanın yollarını bulması gerekiyor.
Türkiye, kendisiyle, kendi dinamikleriyle, kendi yapıtaşlarıyla, bu dinamikleri ve yapı taşlarını yeniden canlandırma cehdü cefası çeken kutlu insanlarıyla, kısacası kendi toplumuyla kavga etmeyi terketmediği sürece bu ülke kolay kolay kendine gelemeyecek, önüne açılan tüm imkan ve fırsatları, sahip olduğu, tarih yapan ve tarih yazdırtan kutlu dinamikleri de yok etme ve dolayısıyla kendi sonunu hazırlama tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktan kolay kolay kurtulamayacaktır.