BU KAMPLAŞMALAR "İYİ"YE İŞARET DEĞİL!..

[email protected]
12.02.2001 Yeni Şafak

Cumhuriyet eğitiminin bizlere verdiği "Jakoben kültür", ne dünyayı, ne de toplumu anlamamıza yetiyor..

Ben de, bu kültürle yetiştim..

İlkokulu Mimar Kemal'de (Ankara), Ortaokulu Namık Kemal'de (Ankara), liseyi Atatürk liselerinde (Ankara-İstanbul) okudum.. Yüksek öğrenimimi de, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde tamamladım..

Eğer "resmî eğitim"in verdiği bilgilerle yetinseydim, herhalde ben de, "laiklik elden gidiyor" diye yakınan belirli kesimlerin arasında, mutlu olurdum..

Ya da, göğsü bağrı açık yerli-yabancı hanımların fotoğraflarını çeşitli vesilelerle yayınlayan ciddi medyaya bakıp, "amma da Batılılaştık" diye, ben de çok rahatlardım..

Batı'dan alıp cumhuriyet ideolojisinin temeline yerleştirdiğimiz laikliğin özü, "din ile devletin ayrı alanlarda etkili" olmasıdır..

Bizim kendimize uyarladığımız Jakoben laikçilik ise, "devletin dini kontrol etmesi" anlamına geliyor.

İşte bu kültüre dayalı eğitimin sonunda, toplumun belirli ve özellikle kentli kuşakları, "resmî ideoloji"yi anladıkları zaman, dini ve din-toplum ilişkilerini de öğrendiklerini zannettiler..

Kimse neden "mezhepler"in oluştuğunu, "tarikat" gerçeğinin ne olduğunu, "cemaat"in niteliklerini, öğrenmeye gerek görmedi..

Mevlana'nın dervişleri birer "balerin", Yunus Emre şiirleri de salt birer "halk edebiyatı ürünü" gibi görüldü..

Ve son Es'ad Coşan cenazesinde olduğu gibi, sayıları 100 binleri bulan cemaatlerin, birer "gizli siyasal örgüt" gibi ele alınmasına dayandı bu toplumsal cehalet veya umursamazlık..

Mozart'la Salieri arasındaki kavganın ayrıntılarını bilen bizler, Ebu Hanife ile İbni Hanbel veya Abdullah Muhammed bin İdris Şafii arasında, "İslam Hukuku"nun yorumlanması konusundaki farkları, hiç bilemedik..

Oysa Türk toplumunu oluşturan her alandaki mozayiğin şifreleri arasında, "mezhepler" de, "tarikatlar" da, "tasavvuf" da, "cemaatler" de vardı..

Umursamazlığımız o noktalara dayandı ki, Jakoben kültürü, "toplu Cuma namazı kıldılar" benzeri gazete manşetlerine, kriminal haber veriyormuş gibi de yansıttık..

Ve şimdi de, hem dini, hem de dine dayalı oluşumların tümünü, "laik devletin tehdidi" biçiminde sunan, cahilce tartışmalarla, toplumu geriyoruz..

Bireyler dinsiz de olabilir, Allah'sız da..

"Laik devlet", kimseyi, inançlarına ve inançsızlıklarına göre, farklı biçimde değerlendiremez. Laik devlette, kanunlar önünde ve kamu imkânlarından yararlanma açısından herkes eşittir.

Ama bizde "mütecaviz cahillik", kendi toplumunun kültürüne ve geleneklerine karşı "umursamazlık", ezberletilmiş sloganları bağırarak tekrarlamak, adeta korunmak, gözetilmek isteniliyor.

"Teoloji", "sosyoloji", "antropoloji", "tarih" gibi bilim dalları devre dışı bırakılarak, hem topluma, hem inançlara, resmi kalıplar biçilmek arzu ediliyor..

Bunun denemeleri, bazan "askeri rejim"lerde, bazan da "askeri demokrasi" dönemlerinde yapılıyor.

Ve Türkiye'nin ezici büyük çoğunluğu, "dinci yobazlar"la, "din düşmanı yobazlar"ın kavgası arasında, eziliyor, bunalıyor..

"Tartışılmazların dünyası" olan dinde bile, anlaşmazlıklar, yorum farkları, yol ayırımları var..

İslam'da, Kur'an ve hadislerle çözüm bulunamayan hukuk sorunlarına, "icma-i ümmet" denilen uzlaşma ile içtihad oluşturulur..

Biz, modern Türkiye'nin, topluma ve toplumun inançlarına bakış açısını da, mutlaka uzlaşma yolu ile bulmalıyız..

Biri diğerini "rejim düşmanı" ya da "din düşmanı" gibi gören kampların kavgası arasında olumlu bir noktaya varmamız mümkün değil.

"Demokrasi", "laiklik", "uzlaşma", "çok seslilik" gibi öğeler, dinin de, rejimin de teminatı olmak zorundadır..

içindekiler | ana sayfa