SİYASİ AKILAli Bayramoğlu ([email protected] )
10.02.2001 SabahEsad Coşan'ın cenazesi için Eyüp'teydik dün. Civardaki esnaf cenaze kalabalığını konuşuyor, diğer bu tür cenazelerle karşılaştırıyor; Eyüp Camii'nde Turgut Özal'dan sonra toplanan en yoğun kalabalık olduğunu söylüyorlardı.
Sonuç şu: Bir tarikat liderinin cenazesi on binlerce insanı biraraya topluyor. Bu, beğensek de beğenmesek de, bir Türkiye resmidir. Bu resim dışarıdan rötuşlarla, askeri girişimlerle bozulmuyor. RP'nin kapatılması, FP'nin eylem sahasının sınırlanması "toplumsal durumu" pek değiştirmiyor. Gerçekleri önümüze bir kez daha alalım:
Bugün İslami kesimin toplam oy potansiyeli yüzde yirmi beş civarında kabul ediliyor. 4 Milyonu bulan taraftarlarıyla Nurcu cemaatler, 1 milyon bağlısı olan İskenderpaşa cemaati, 100 bin civarında müridi olan Erenköy cemaati, Nakşibendiler'in merkezi Güneydoğu'da bulunan, ancak 2 milyon üyesi ve 10 bine yakın halifesi ile Türkiye sathına yayılmış Menzil kolu, Süleymancılar, Işıkçılar, İcmal grubu ve diğerleri... Gerçek madalyonun diğer yüzünde ise, bu oyların peşinden koşan, tarikatlarla ilişkiye geçen sağ partiler var...
Bu gerçekleri reddetmek bir anlamda toplumu ve siyaseti reddetmek anlamını taşıyor. Nitekim Türkiye böyle bir dönemi soluyor.
Anlamak, tartışmak için önce bu gerçekleri kabul etmek gerek. Ancak kabul etmek benimsemek anlamı taşımaz. Tersine, ortada bir kapalı cemaatler ve ataerkil kültüre ilişkin sorun varsa, kabul etmek ve anlamak, bu sorunun çözümünün ön koşuludur.
Nitekim Türkiye bundan üç, dört yıl önce bu sorunları tartışırken aslında çözüm yolu içeriden ürüyor, İslami örgütlenme ve İslami kesim kendi içinde bir değişme ivmesi izliyordu. Ne var ki, sistemin sertleşmesi, bu değişme ivmesini kırmış, hatta durumu tekrar değişim öncesi döneme doğru sürüklemiştir. Nitekim İslami kesimin dün çatışan aktörleri bugün siyasi açıdan hızla bir homojen siyasi dile ve tavra itiliyorlar.
Peki değişim neydi, nerede durdu? Bir kere 90'lı yıllar İslami cemaat ve tarikatların "siyasi sahadan sosyal ve kültürel alana itilmelerine, hiyerarşik yapılarının esnemesine, sıkı dokularının gevşemesine" tanık olmuştu. Birey tavırları önem kazanmaya başlamış, bu gelişmeler karşısında cemaat liderleri bir partiye yönelik açık siyasi tavır almaktan kaçınır hale gelmişlerdi. Bu gelişmenin İslami kesim içindeki çatışmalarla ve bölünmelerle yakından ilişkisi vardır. Erbakan - Esat Coşan örneğinde olduğu gibi "seçkinlerarası bir iktidar kavgası", İslami siyasetin kitleselleşmesi ve bir ölçüde dünyevileşmesi, bu dönemde "tarikatları siyasi açıdan bağımlı değişken haline getirmiştir."
Öte yandan 90'lar İslami harekete sosyolojik bir unsuru, İslami kesim içi sınıfsal bir anlam taşıyan "fert-kimlik gerilimi"ni getirmişti.
Devletçi bir bakış açısını vazeden ve seçkinci bir yapı üreten gruplardan oluşan, sisteme sızdığı oranda sistemleşen tarikatların temsil ettiği geleneksel "fertçi İslam anlayışı" karşısında başka bir anlayış buldu. Bu ikinci anlayış hızlı göçle aktörleşen, deruni İslami niteliği zayıf, ama İslami temsil talebi güçlü "kimlikçi İslam anlayışı"ydı. Devlet ile onu temsil eden laik zihniyeti özdeş gören, "çevre"de yer alması itibariyle "sivil", yani ekonomik olarak güçsüz "selefi" özellikler taşıyan gruplardan oluşuyordu.
Bu iki "durum" İslami kesim içinde ciddi bir "heterojenleşme ve işlev değişimi" sürecini başlatmıştı. Bu sürecin ucunda içeriden gelecek bir tür "sekülerleşme" eğilimi, içeriden gelecek "laik ilke" talebi görünüyordu.
İşte durdurulan süreç budur.
Belki bir gün bu sistem sosyal sorunların sosyal gelişmeler sonucu çözüleceğini, sosyal alana siyasi müdahalenin "ölümcül" olduğunu görür.