BİR ÖLÜMÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİFehmi Koru,
9.2.2001 Yeni ŞafakAvustralya'da geçirdikleri elim bir kaza sonucu kaybettiğimiz Prof. Es'ad Coşan ile damadı Prof. Ali Yücel Uyarel'in nereye gömülecekleri tartışılıyor. Avustralya yurtdışına çıkacak naaşlara uyguladığı tahnit şartını onlar için kaldırdı; Türkiye'de de, bakanlar kurulu, vasiyetleri olan Süleymaniye Camii haziresinde gömülmelerini mümkün kılacak kararı almakta gecikmedi. Karara 'onayı' gereken Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i etkilemeye yönelik tartışma, kararnamenin iadesiyle yeni bir biçim aldı.
Konu, sanıldığı gibi bütünüyle 'İslâmî' değil. İslâmiyet'te 'kabir' sadece ebediyet yolculuğunun bir ara makamı kabul edilir; kabrin nerede olduğunun, kimlerin yanında bulunduğunun, görkeminin fazla bir önemi yoktur. Kabristan, canlılara, herkesin kaçınılmaz sonu olan 'ölümü' hatırlatmaya yarar. Kabirler, bir zamanlar bizler gibi canlı, yani bir şeyler yapabilecek durumda olanların 'ecel' aracılığıyla kesilen yoluna işaret eder; bireye Yüce İrade karşısındaki âcizliğini hatırlatır. Kabir başında okunan 'Fâtihâ'lar, 'Yâsin'ler ölenlerin ruhlarına gönderdiğimiz birer duadır. Doğumla başlayan bu dünyadaki serüvenimiz musalla taşında sona erer.
Süleymaniye Camii haziresinin câzibesi, anlaşıldığına göre, belli bir tarikat silsilesi büyüklerinin orada medfun bulunmasından kaynaklanıyor. Cumhurbaşkanlığı yapmış Turgut Özal'ın annesi vefat ettiğinde, bağlılık duyduğu İskenderpaşa Dergâhı büyüklerinin yanına gömülmeyi arzu ettiği anlaşılmıştı. En son Yusuf Özal da, kendi vasiyetine uyulup gerekli izinler kotarılarak, Süleymaniye Camii haziresine gömüldü. Es'ad Coşan ve damadının ebedi istirahatlarına aynı mekânda tevdi edilmeleri olağanüstü bir istisna değil.
Olaya olağanüstülük katan, belediyelerce tespit edilmiş mezarlıklar dışındaki mekânlara, daha önceden kabristan olarak kullanılmış da olsalar, ancak bakanlar kurulunca defin izni verilmesi uygulamasıdır. Sadece Süleymaniye Camii değil, mezarlık olmayan herhangi bir başka yere gömülmek isteyen için de bakanlar kurulu kararı çıkartılması gerekiyor. Bu yüzden, vakfının bahçesine gömülmek isteyen Aziz Nesin için de aynı süreç işlemişti.
Bu tür 'sıradan' konuların otuzdan fazla bakan ile cumhurbaşkanının imzasına bırakılmasındaki yanlışlığı, sanırım, belirtmeye gerek yok. Etkilere açık olabilirler diye yetki belediyelere bırakılmak istenmiyorsa, belediye meclisinin teklifi bir bakanın imzası ve başbakanın onayına bağlanabilirdi. En doğrusu ise, özelliği bulunan kabristanlarla ilgili bir genel yönerge çıkartılmasıdır; Es'ad Coşan ve onu 'istisnâî' kılan özelliklere sahip başkalarının da yararlanmalarına imkân sağlayacak bir yönerge...
İtirazcılar, vefat edenlerin 'tarikat bağı' üzerinde vurgu yapmaktalar. Oysa, Es'ad Coşan ve onun konumunda olan insanlar, sadece bizde veya İslamiyet'te değil, başka ülkelerde ve diğer dinlerde de mukabilleri bulunan kişilerdir. Her gelenek kendi dinî ruhanî önderlerine sahiptir. İnsanların mâneviyât dünyası, temiz seciyeli, eli ve gönlü açık, vizyon sahibi önderlerin özel ilgisiyle yoğrulur. "Cumhuriyet", Atatürk'ün dediği gibi, "Şeyhler ve hacıların yönetimi değildir"; şu anda tartışılan konunun dünyevî yönetimle bir ilgisi de yok zaten...
Tartışmanın şiddeti, bir yönüyle, medyanın siyaset üzerinde güç denemesiyle ilgili; son gelişmelerle ciddi darbeler yemiş olan medya 'irtica tehdidi' üzerinden eski ittifaklarını yenileme çabasında. Genelkurmay başkanının "Bu konuyu siyasilere sorun" cevabı o yolun kapalı olduğunu gösteriyor. Bakanlar kurulunun elini çabuk tutması yüzünden güç denemesi tek kapı önünde yoğunlaşıverdi: Cumhurbaşkanlığı... Cumhurbaşkanı Sezer, nihai kararını verirken, mâneviyât hayatının bir millet için vazgeçilmezliği noktasından hareket etmelidir. Görüntüyü içine sindiremiyorsa "Bu son olsun" uyarısında bulunabilir.
Es'ad Coşan, doğup büyüdüğü ve hizmetine kendisini vakfettiği topraklardaki baskıcı atmosferden etkilenerek Avustralya'ya yerleşmişti; onun bu jestini anlamaktan mahrum olanların şu sıralarda kopardıkları gürültüye aldanmamalı. Esas yapılması gereken, sevdikleriyle birlikte ancak öldükten sonra birarada olunabilen, ölünce huzura kavuşulan bir ülke olmaktan çıkartmaktır Türkiye'yi...
Yaşayanların huzura ve geleceğe umutla bakmaya ihtiyacı var.